Röportaj / Söyleşi
Röportaj Serisi: Ahmed İsmail Ragheb - Osmanlı Üniversitesi İdlib Şubesi Müdürü
Röportaj Serisi: Ahmed İsmail Ragheb – Osmanlı Üniversitesi İdlib şubesi müdürü 1968 doğumlu Osmanlı Üniversitesi İdlib şubesi müdürü Ahmed İsmail Ragheb İdlib’te ikamet etmektedir. Ahmed İsmail Ragheb Ekonomi okumuştur. Röportajı gerçekleştiren: Ömer Özkizilcik Suriye devrimin şu anki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Suriye devrimi birçok açıdan en zor dönemini geçirmektedir. Askeri olarak zayıf, bölünmüş ve dağınıktır. Siyaseten müşterek bir siyasi oluşum ve siyasi proje kurulamamıştır. Halkın devrime olan desteği azalmıştır. Uluslararası destek açısından devrim gerekli olan desteği alamamaktadır. Suriye muhalefetinin bu duruma düşmesinin sebepleri sizce nedir? Suriye muhaleferi birçok açıdan zayıftır. Suriye muhalefetin ortak bir paydası bulunmamaktadır. Ayrıca birçok uluslararası ve bölgesel faktörler Suriye muhalefetini bölmektedir. Bu durum ama iyi bir muhalefet elit kesiminin varlığını yok etmez. Fakat bu elit gerekli olan desteği bulamıyor. Türkiye’nin Suriye’deki konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye Suriye’de neyi doğru neyi yanlış yapmaktadır? Genel anlamda Türkiye’nin Suriye devrimine yönelik tutumu olumludur ve hiç şüphesiz bir şekilde dünyada ve bölgemizdeki en olumlu tutumdur. Türkiye’nin doğru yaptıkları: Türkiye 4 milyona yakın Suriyeli mülteciyi kendi ülkesinde ağırlamaktadır. Türkiye devrimi askeri ve siyasi anlamda desteklemektedir. Ekonomik ve kültürel anlamda özgürleştirilmiş bölgeleri desteklemektedir. Türkiye’de ve Suriye’de bulunan birçok Suriyeli STK Türkiye tarafından desteklenmektedir. Türk ordusunun Fırat Kalkanı Harekatı ve Afrin bölgelerindeki varlığı ile İdlib’te kurulan gözetim noktaları olumlu adımlardır. Türkiye’nin yanlış yaptıkları: Türkiye Fırat Kalkanı Harekatı ve Afrin bölgelerinde desteklediği grupların sorumluluğunu üstlenmemesi Türkiye’nin Suriye’deki grupları birleşmeye zorlamaması Türkiye’nin Suriye devrimine ve Türk devletinin imajına zarar veren bazı kişiler ile ortak hareket etmesi. Sizce Türkiye Suriye’de ne yapmalıdır? Tavsiyeleriniz olacak olursa bunlar ne olur? 1) Türkiye İdlib’i koruması gerekmektedir. İdlib bölgesi son kalan özgürleştirilmiş bölgedir ve birçok sebeplerden dolayı Rusya ve İran destekli rejim saldırısına karşı direnme gücüne sahip değildir. Askeri grupların zayıflığı ve kendi aralarındaki rekabet ve yaygınlaşan rüşvet muhalefeti askeri anlamda zayıf düşürmektedir. İdlib’teki özgürleştirilmiş bölgelerin hayatta kalmasını sağlıyabilecek yegane aktör Türk tarafıdır. Türkiye’nin ve özgürleştirilmiş bölgelerdeki insanların da çıkarları doğrultusunda, İdlib bölgesine bir saldırıyı engellemek için üç kanatlı bir yol izlenmelidir. Askeri açıdan: Rusya ile diplomatik yollarla görüşerek İdlib’e olası bir saldırıyı engellemek Rejim ve muhalifler arasındaki cephe hatlarındaki Türk askeri varlığını artırmak Rejimin saldırma olasılığına karşı Suriyeli muhaliflere silah, mühimmat ve istihbarat desteği sağlamak Cephe hatlarındaki savunma hatlarını rejimin olası saldırısında ilerlemesini engelleyecek düzeyde güçlendirmek Şuan Suriyeli muhalif gruplar kendi aralarındaki anlaşmazlıklarla uğraşmaktadır. Biz umuyoruz ki Türkiye’nin direktifi doğrultusunda gruplar rejimin olası saldırılarına karşı önlemler alır. Sivil idari açısından: Türkiye’nin ve Suriyeli muhalif grupların yardımı ve yönlendirmesi ile İdlib’teki sivil idare için atılması gereken adımlar: Askeri unsurların sivil hayattan çıkması ve sadece cephe hattına odaklanması Şehirlerin içerisindeki tüm askeri karargahların ve cephanelerin şehir dışına çıkarılması İdlib bölgesindeki ekonomi, siyasi, bilimsel, eğitim ve sosyal projelerini idare edecek sivil bir hükumetin kurulması Türkiye tarafından eğitilmiş ve donatılmış sivil polis güçlerin İdlib bölgesinde güvenliği sağlaması Sivil kadroların seçiminde iki hususa dikkat edilmesi: Verim ve Güvenirlik. Nitekim Suriye içerisindeki rüşvet kültürü maalesef çok yaygınlaşmıştır. Ekonomik açıdan: Türkiye’deki kardeşlerimizin bölgenin ekonomisini desteklemesini ümit ediyoruz. Bunun için: Suriye’de üretilen ürünlerin Türkiye’ye ihraç edilmesine imkan tanınması gerekmektedir. Şuan sadece Türkiye’den Suriye’ye mal akışı bulunmaktadır. Suriye’ye Türk yatırımların teşvik edilmesi Rejime yönelik bağımlılığın azaltılması doğrultusunda özgürleştirilmiş bölgelerdeki yakıt, elektrik ve iletişim altyapı ihtiyaçların Türkiye’deki kardeşlerden temin edilmesi. Suriye parasına yönelik ciddi adımların atılması. Suriye parası değer kaybetmektedir ve özgürleştirilmiş bölgelerdeki insanlar daha fazla fakirleşmektedir. Eğer alternatif bir para birimi kullanıma girse ve Suriye parasının rejim tarafından özgürleştirilmiş bölgelere ihraç edilmesi durdurulursa, rejime yönelik baskı da artacaktır. Bu adımların atıldığı takdirde İdlib bölgesi sivil hayat ve askeri açıdan Türk kardeşlerimiz tarafından koruma altına alınmış olacaktır. 2)  Diğer bir konu ise Fırat Kalkanı Harekatı, Afrin ve İdlib bölgeleri için tek vücut bir Milli Ordu’nun kurulmasıdır. Suriye’deki hizipçiliğin ne kadar zararlı olduğu birçok açıdan ispatlanmıştır. Suriye’deki gruplar genellikle farklı ideolojiler, farklı yabancı sponsorlar, yönetimlerdeki rüşvet kültürü ve milli bir yaklaşımın eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden Fırat Kalkanı Harekatı, Afrin ve İdlib bölgelerinde bir Milli Ordu’nun kurulması şarttır ve bunu yaparken bazı hususlara dikkat edilmelidir: Liyakat ve Güvenirliğin şart koşulması Aidiyetin mezhepçi, etnik veya bölgesel olmasından ziyade milli bir aidiyetin olması Türkiye’nin bu orduyu eğitip donatması Bunu gerçekleştirmek için engeller bulunsa da biz Türk kardeşlerimizin bunu başarabilecek güçte ve kudrette olduğunu düşünüyoruz. 3) Özgürleştirilmiş bölgelerdeki halkın rağbetini ve desteğinin kazanılması önemlidir. Bunun için birçok adım atılması gerekmektedir: Güvenlik: Milli Polis güçlerin kurulması ve sadece bu kurumun güvenlikten sorumlu olması Bağımsız bir yargı sistemin oluşturulması Sosyal ve Ekonomik Kalkınma: Özgürleştirilmiş bölgelere yatırım yapılması Özgürleştirilmiş bölgeler arasında ve yurt dışına yönelik ticaretin teşvik edilmesi Özgürleştirilmiş bölgelerde altyapı çalışmaları yapılması, yol, su, elektrik ve iletişim ihtiyaçların karşılanması Eğitim kurumların canlandırılması Sağlık kurumların canlandırılması. Hastane ve kliniklerin yapılması ve gerekli kadroların eğitilmesi Özgürleştirilmiş bölgeler için bir merkez bankasının kurulması ve merkez bankasının para politikasını belirlemesi Kamplarda yaşayan ve zorla göç ettirilen insanların yaşam standartların artırılması Milli şahsiyetler ile çalışılması: Özgürleştirilmiş bölgelerde rüşvetin ve kaosun artmasından dolayı sivil halk liyakatli ve güvenilir yöneticiler istemektedir. Türkiye liyakatli ve güvenilir şahsiyetler ile beraber hareket etmelidir. Öyle olmadığı takdirde sivil halkın desteği azalacaktır. Aşırılık ve cehalet ile mücadele edilmesi: Özgürleştirilmiş bölgelerdeki insanlar El-Kaide ve El-Kaide türevlerin aşırılığı altında ızdırap çekmektedir. Yaygınlaşan suikastlar sivil halkın devrime olan desteğini azaltmıştır ve rejime katlanma yönündeki fikir artmıştır. Bunun için aşırılık ve cehaletten kurtulmamız gerekmektedir. Nitekim böyle sivil halkın desteği artacaktır.
Röportaj Serisi: Pilot Albay Hassan Mari Hamadah - Suriye Geçici Hükümeti Savunma Bakanı Yardımcısı
Röportaj Serisi: Pilot Albay Hassan Mari Hamadah – Suriye Geçici Hükümeti Savunma Bakanı Yardımcısı Pilot Albay Hassan Mari Hamadah, Suriye Ordusun’da filo komutanı olarak görev yapmıştır. Suriye devriminin başlamasından sonra Mig-21 uçağı ile Ürdün’e kaçmıştır. Ürdün’e vardıktan sonra Türkiye’ye geçip devrim saflarına katılmaya karar vermiştir. Özgür Suriye Ordusu komutanlığından, şu anki Suriye Geçici Hükümet’in Savunma Bakanı yardımcısı görevine geçmiştir Röportajı gerçekleştiren: Ömer Özkizilcik Suriye devrimin şu anki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Suriye devrimin şuan çok zor bir durumdadır. 5 sene önce, devrim iç ve dış etkenler açısından gücünün zirvesine ulaşmıştı. O zamanlar terörist PKK ve El-Kaide çok zayıftı. Rejim Suriye’nin sadece 30%’unu kontrol ediyordu. Fakat sonrasında Rusya’nın müdahalesi, İran destekli militanların akın akın Suriye’ye gelmesi ve Türkiye haricindeki tüm Suriye’nin dostları Suriye muhalefetinden desteğini çekmesiyle şu anki duruma düştük. Suriye muhalefetinin bu duruma düşmesinin sebepleri sizce nedir? Suriye muhalefetine olan destek dağıldı, devletlerin çıkarları ayrıştı ve birçoğu muhalefetin askeri anlamda kaybediyor olmasını aynı zamanda siyaseten kaybetmelerine bağlıyorlar. Fakat bu durum Suriye devriminin bittiği manasına gelmemektedir, çünkü devrim hayattadır ve direniş devam edecektir. Nitekim devrimi başlatan sebepler halen mevcuttur. Şuan Suriye’de olan görünür nispi istikrar yanıltıcıdır. Suriye demokratik hukuk devleti olmadığı sürece güçlü ve istikrarlı bir ülke olamayacaktır. Türkiye’nin Suriye’deki konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye Suriye’de neyi doğru neyi yanlış yapmaktadır? Türkiye Suriye halkını yüzüstü bırakmadı ve insani yardımlar ile Suriye’deki sivilleri korumak ve onlara yardımcı olmak için elinden geleni yaptı. Hatta sivilleri korumak üzere Özgür Suriye Ordusu ile beraber Zeytin Dalı Harekatı’nı gerçekleştirdi ve sivilleri PKK’nın zulmünden kurtardı. Sizce Türkiye Suriye’de ne yapmalıdır? Tavsiyeleriniz olacak olursa bunlar ne olur? Türkiye’ye yönelik yapılabilecek birçok tavsiye var ve biz en azından bir kısmının gerçekleşmesini ümit ediyoruz. Nitekim Türkiye bölgede güçlü ve etkin bir komşu ülkedir. Suriye devrimci kuruluşlara destek vermek ki Suriye’nin kuzeyindeki özgürleştirilmiş bölgeler bir hükümet (Suriye Geçici Hükümeti) tarafından idare edilebilsin. Türkiye devletinin desteği ile sivil, askeri ve hukuki birimler canlandırılmalı. Suriye Geçici Hükümetini Suriye’nin kuzeyinde etkin kılmak için birkaç örnek: Suriye Geçici Hükümeti bünyesi altında Sağlık Bakanlığı’n kurulması ve özgürleştirilmiş bölgelerdeki sağlık kurum ve kuruluşların Sağlık Bakanlığı’na bağlanması Suriye Geçici Hükümeti bünyesindeki Eğitim ve Yüksek Eğitim Bakanlığı’n desteklenmesi, eğitim kurumların yaygınlaşması, okulların restore edilmesi ve eğitim personelinin yetiştirilmesi Suriye Geçici Hükümeti’ne bağlı Adalet Bakanlığı’n kurulmasına destek verilmesi ve özgürleştirilmiş bölgelerdeki mahkemelerin Adalet Bakanlığı’na bağlanması. 100lerce rejime muhalif hakim ve savcının böyle bir inisiyatife destek verecektir. Böyle bir hamle özgürleştirilmiş bölgelerde güven, istikrar, asayiş ve sivil toplumun inşasına yol açacaktır. Özgürleştirilmiş bölgelerdeki Milli Ordu’nun subaylar tarafından yönlendirilmesi, Milli Ordu’nun merkezileşmesi, Fırat Kalkanı Harekatı bölgesindeki Milli Ordu tecrübesinin Idlib bölgesine aktarılması ve bunu gerçekleştirirken birkaç organizasyonel reformların yapılması gerekmektedir. Sivil polis birimlerin Suriye Geçici Hükümeti’ne bağlı İçişleri Bakanlığı’na bağlanması önemlidir. Ayrıca: Eğer Suriyeli vatandaşlar özgürleştirilmiş bölgelerde adaletin, hizmetin, eğitimin ve sağlık hizmetinin sağlanmış olduğunu görürse, Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin Suriye’ye geri dönüşünü hızlanacaktır. Bu durum Türkiye’yi mültecilerin geri dönebilmesi için çalışan yegane ülke konumuna getirecektir. Suriyeliler Suriye’nin kuzeyinin yeniden inşasında birincil rol oynayacaktır. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki varlığı bizim için çok önemlidir ve biz inanıyoruz ki Türkiye’nin bölgedeki varlığı Suriye’deki yabancı ve işgalci güçlere karşı tampon görevini görmektedir.
Rakka Askeri Meclisi ile Röportaj
Rakka Askeri Meclisi ile Röportaj Rakka Askeri Meclisi Komutanı Albay Talip el-Rahmun, Askeri Meclis’in oluşumunu, yapısını ve hedeflerini Suriye Gündemi okuyucuları ile paylaştı. Gerçekleştirilen röportajda; Rakka halkı için huzuru ve güveni tesis etmeyi hedeflemiş bir oluşum olarak Rakka Askeri Meclisi’nin Rakka halkına neler vadettiğinin ve toplumda neden karşılık bulması gerektiğinin üzerinde duruldu. YPG terör örgütünün halk üzerindeki olumsuz tesirinin söz konusu olduğu ve mevcut durumda dikkate değer bir alternatif teşkil eden Rakka Askeri Meclisi hakkındaki röportaj: Hazırlayan: Ali Akbaba Suriye Gündemi: Sizi kısaca tanıyabilir miyiz? Albay Talip El-Rahmun: Ben, Albay Talip El-Rahmun. Rakka Askeri Meclisi Komutanıyım. İlköğrenimi Hama’da tamamladıktan sonra 1980’de askeri okula girdim. Göreve Humus Tankçı Birliği’nde başladım. Suriye Devrimi başladığı gibi Hama Askeri Meclisine intisap ettim. Suriye Gündemi: Rakka Askeri Meclisi’nden önce iştirak ettiğiniz, faal olduğunuz askeri bir meclis var mıydı? Albay Talip El-Rahmun: 21.02.13’te Hama’nın kırsal kesiminde bulunan Zu Kar Tugayı’nda komutanlık göreviyle birlikte birçok muhalif askeri birlikle çalıştım. Suriye Gündemi: Rakka Askeri Meclisi hangi ihtiyaçtan doğdu? Albay Talip El-Rahmun: YPG terör örgütünün Suriye’nin kuzey bölgesini işgal etmesinden sonra bölgede boşluk oluştu. Aşiretler ve kabileler arasında çatışma ve istikrarsızlık baş göstermeye başladı. YPG halka baskı uyguluyor, uygulamaları halkın dini ve kültürel yapısına ve geleneklerine uymuyordu. YPG’nin yapılanması etnisiteye dayanıyor. Bu yapılanma, bölgede sürekli çatışma ve gerginlik oluşturuyor.  Bunu herkes bilsin ki bölgede herhangi bir ırka ve mezhebe dayalı bir yapılanmanın yeri yoktur. YPG terör örgütü, bölgeye ancak çatışma, istikrarsızlık ve kaos getirir. Biz ve toplum biliyoruz ki; başka ülkelerin taşeronluğunu yapanlar hiçbir zaman Suriye halkını temsil edemez. Rakka halkı, bölgenin evlatlarından oluşan, topluma güven veren milli ve vatanperver duygulara sahip bir oluşum arayışına girdi. Biz de Suriye içinde ve Suriye dışında birçok direnişçiyle iletişim kurduk ve görüşmeler yaptık. Bu görüşmelerimiz neticesinde Rakka Askeri Meclisi’nin bir an önce kurulmasının bir ihtiyaç olduğunu anladık. Rakka Askeri Meclisi,  Meclis’in yönetimini toplumun etnik yapısını dikkate alarak Arap, Türkmen ve Kürtlerden oluşturdu. Bu kesimlerden askeri meclise katılım devam etmektedir. Suriye Gündemi: Rakka Askeri Meclisi’nin Rakka toplumu için öncelediği yapıcı faaliyet nedir? Albay Talip El-Rahmun: Rakka sakinleri toplum olarak, savaştan ve kaostan yoruldu, yıprandı, büyük bedeller ödedi. Toplumun bu hassasiyetini dikkate alarak güveni ve huzuru getireceğiz. Rakka Askeri Meclisi, tamamen bölgenin gençlerinden oluşmaktadır. Yabancı unsurları ve adı daha önce herhangi bir terör örgütüyle anılan hiç kimseyi meclise kabul etmedik ve etmeyeceğiz. Rakka’nın evlatlarından oluşan askeri meclis toplumun sıkıntılarını yakından bildiği için maddi ve manevi yaralarını en kısa zamanda saracağına inanıyoruz. Suriye Gündemi: Halkın ve gençlerin Rakka Askeri Meclisi’ne desteği hangi orandadır? Albay Talip El-Rahmun: Rakka Halkı askeri meclisi dört gözle bekliyor. Halk, bir an önce YPG terör örgütünden kurtulmak istiyor. YPG terör örgütü, birçok aileyi köyünden, evinden sürgün etti. Köyüne, evine gitmek isteyenler bizim gidip onları terör örgütlerinden kurtarmamızı bekliyor. Suriye Gündemi: Bölge halkına mesajınız nedir? Albay Talip El-Rahmun: Biz, en yakın zamanda Türkiye’nin desteğiyle geleceğiz. ÖSO olarak aramızdaki bütün ihtilaflı meseleleri bir tarafa bırakarak, saflarımızı birleştirerek geliyoruz. Suriye Gündemi: Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Albay Talip El-Rahmun: Kürt kardeşlerime bir mesajım var: Kürt kardeşlerim, PKK’nın uzantısı olan YPG terör örgütünden uzak durun! Bu terör örgütü hiçbir zaman Kürt kardeşlerimizi temsil etmedi, etmeyecektir. YPG terör örgütü, yabancı unsurlardan oluşmaktadır. Huzur ve güven için, terör örgütlerinden uzak durun! YPG ve DAEŞ arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de terör örgütüdür. Rakka Askeri Meclisi sizin bir parçanızdır. Rakka Askeri Meclisi size karşı kurulmamıştır, sizin değerlerinizi korumak için kurulmuştur. Rakka Askeri Meclisine sahip çıkın ve onu savunun.  
Suriye'nin İslam Alimlerinden Şeyh Muhammed Zekeriya Mesud ile Röportaj
Suriye’nin İslam âlimlerinden, eski El-Bab müftüsü ve hatibi Şeyh Muhammed Zekeriya Mesut; hayat hikâyesini, Suriye’deki savaş hakkındaki düşüncelerini ve önerilerini paylaştı. Hazırlayan: Ali Akbaba Suriye Gündemi: Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Şeyh Mesut: Şeyh Muhammed Zekeriya Mesut, El-Bab’da 1940 yılında doğdum. Dimeşk Üniversitesi İslami İlimler bölümü mezunuyum. Eğitimimi bitirdikten sonra El-Bab Müftüsü olarak çalışmaya başladım. El-Bab’ta birçok caminin onarımına ve Kur’an kursunun açılmasına vesile olduk. Yirmi beş yıl El-Bab müftülüğü görevini ifa ettik. Bu arada El-Bab’ın en büyük camisi olan Ömer b. Hattab camisinde hatiplik yaptım. İrşat ve davet çalışmalarında bulundum ve şer’i okullarda derslere girdim. Çocuklara yönelik Kolaylaştırılmış Peygamber Efendimizin Siyer Kitabı, Davanın Daveti, Mutlu Aile, Şam Bölgesinde Nakşîlik, Davet Yolu ve Yöntemi, Ey Oğulcuğum Din Budur adlı kitapları te’lif ettim.  İslam fethinden günümüze kadar El-Bab şehrinin tarihi hakkında beş ciltlik bir kitap yazdım. Suriye’deki malum hal başladıktan sonra 2013’te Şanlıurfa’ya yerleştim. Türkiye’de davet ve tebliğ çalışmalarına başladım. Urfa’da Şer’i Meclis’i oluşturduk. Bu meclisin faaliyetleri, fıkıh konularında Suriyelilerin sorularına cevap, sorunlarına çözüm bulmak için çalışmalar yürütmek şeklinde özetlenebilir. Aynı zamanda bu meclis ile Suriyeli birçok ilim adamının bir araya gelmesini sağlamış olduk. Suriye İslam Âlimleri Birliği’ne üyeyim. Aynı zamanda Ensar Muhacir Derneği’nin başkanlığını yürütüyorum. Suriye Gündemi: Suriye olaylarını yaşayan ve yakından takip eden birisi olarak, muhalif silahlı grupların kendi aralarındaki çatışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Şeyh Mesut: Suriye halkı, zalim diktatörü devirmek için bu yola baş koyup mücadele verdi. Maalesef Suriye devrimi için girişilen bu mücadele, başka ülkelerin çıkar savaşına dönüştü. Bu çatışmaların en önemli nedenlerinden birisi, silahlı gruplara lojistik yardım yapan ülkelerin çıkar kavgası. Silahlı gruplara askeri lojistik sağlayan ülkeler, çıkarları uğruna bu grupları karşı karşıya getirerek, Suriye ayaklanmasının kan kaybetmesine sebep oldular. Bu şekilde, devrim başka bir mecraya girmiş oldu. Türkiye dışında bütün ülkeler çıkarları için savaşıyor ve savaştırıyor. Rejim ve müttefiki olan ülkeler ile Batı dünyası, Suriye’de devrime giden yolu tıkayıp, ayaklanmayı amacından saptırdılar. Kendi çıkarları doğrultusunda bir yol haritası belirlediler. Ayrıca Özgür Suriye Ordusu’nun başındaki komutanların bazılarının askerî tecrübelerinin olmaması, realiteyi doğru okuyamamaları, onları bölgesel siyaseti öngörmekten uzak bıraktı.  Kontrolleri altındaki grupların başında olanların askeri ve siyasi donanımları yeterli değildir. Dini konularda eksiktirler, helal haram bilgileri yeterli ölçüde değildir. Suriye Gündemi: Siz çalışmalarınızda, Suriye’de din istismarcılarının vücut bulmasından bahsediyorsunuz.  Muhalif silahlı gruplar arasında bu din istismarcılarının vücut bulması olayı nasıl gelişti? Şeyh Mesut: Din istismarcılarının sahada boy göstermesi bizim için sürpriz olmadı. Bunun planlı ve programlı bir şekilde geliştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Uluslararası istihbarat merkezlerinde bu din istismarcıları gruplara yol haritası belirlendi. Irak’tan sonra Suriye, nasıl bütün bu istismarcı grupların merkezi haline getirildi? Tabi ki bir proje dâhilinde gerçekleştirildi. Bunların Suriye’de vücut bulmalarının en büyük sebebi, Suriye halk devriminin gerçekleşmesini engellemektir. Diğer husus da, Suriye devriminden önce Esed rejiminin, dini cemaatlere baskı uygulaması, cezaevlerinde aşırı şekilde işkenceye tabi tutması büyük bir kinin ve intikamın birikmesine sebep oldu. Rejimin dini şiarları kötülemeleri ve dindarlara psikolojik baskı uygulamalarının neticelerini de bu sebeplere ekleyebiliriz. Halkın, rejime karşı doğal bir öfkesi vardı zaten. Batı, bu öfkeyi ve karşıtlığı fırsat bilerek Suriye devrimine karşı din istismarcılarını kullandı. Suriye Gündemi: Din istismarcıları olarak tanımladığınız gruplar kimlerdir ve nasıl ortaya çıkmıştır? Şeyh Mesut: Batılı devletlerin, El-Kaide ve benzer örgütlere finans desteği sağlamaları nasıl bir oyun oynandığını gözler önüne seriyordu.  İslam’ın hedeflerine değil, Batının emellerine hizmet ediyor bu gibi örgütler. DAEŞ’i kim kurdu, bunların lider kadrolarını Irak ve Suriye cezaevlerinden kim çıkardı? Irak’ta ve Suriye’de DAEŞ neden mutedil âlimleri öldürüyordu? DAEŞ, El-Nusra’nın içinden çıktı. Netice olarak, bu gibi örgütlerin oluşumunda uluslararası istihbarat teşkilatlarının etkin rol aldığı net olarak bilinmektedir. Suriye Gündemi: Bölgede DAEŞ örgütünden sonra, aşırıcılığın son bulacağını düşünüyor musunuz? Şeyh Mesut: Tabi ki hayır. Aşırılık bir sonuçtur. Onu doğuran sebeplerin bir kısmını yukarda zikrettik. Bir kısmını da şöyle ifade edelim; Rafızi Şia gruplarının Suriye halkına yaptıkları toplu katliamlar ve tehcir uygulamalarına karşı dünya kör ve sağır. Şia ve Rafızilerin, Sünnilere yaptıklarının doğal sonucu olarak karşıtlığını oluşturuyor. Şia gruplarla iş tutan dünya ülkeleri var. Dünya Şia gruplarının aşırıcılarına sustu, Zeynebiye, Fatımiye, Haydariye vb. aşırı Şii grupların yaptıklarını dünya sadece izledi. Bu gruplar, sancaklarını Sünnilerin olduğu bölgelerde açıp, “Biz Sünnileri öldürmeye geldik” diyerek Sünnileri kışkırtıyorlar. Uluslararası bazı güçler, Suriye’nin demografik yapısını değiştirerek,  Sünnilerin olduğu bölgelerde Şiaları yerleştirmek istiyorlar. Bir Rus yetkilinin açıklamalarında: “Suriye’de bir Sünni’nin başa geçmesine müsaade etmeyiz” ifadesi yer alıyor. Bu itiraftan ve daha nice delillerden anlıyoruz ki; Şia, Sünni âleme karşı Haçlılarla ittifak etmiş ve savaş açmıştır. DAEŞ örgütü, aşırıcılıkta son örgüt değildir. DAEŞ’i İran, Rusya ve ABD istihbarat servisleri birlikte kurdular. Rakka’da ABD, DAEŞ’i sözde bölgeden temizlemek için bir operasyon başlattı. İş tutuğu YPG, DAEŞ kadar kirli olmasına rağmen, bölgenin hassasiyetini ve inancını dikkate almadan YPG terör örgütünü bölgeye yerleştirdi. DAEŞ ortada yok. Enkaza dönüşen evler sivillerin evleri, öldürülenler siviller, DAEŞ nerde? Bu istihbarat teşkilatları DAEŞ için can simidi oldu. Örnek vereyim; Rakka’da herhangi bir DAEŞ elemanının esir alındığını ya da cezaevinde olduğunu gördünüz mü? Yok. Hiç bir haber ajansında görmedik. DAEŞ örgütü binlerce kişiden oluşuyordu. Bunlar nereye gitti. Birçoğunun ABD uçakları tarafından alındığı bilinen bir olaydır. DAEŞ militanlarını nereye götürdüler? Allah bilir. DAEŞ’in insanların zihinlerinde bıraktığı şiddet görüntülerini ve dine vermiş olduğu zararı hiç kimse vermedi. Toplum hafızasında silinmesi zor görüntüler kaldı. Suriye Gündemi: DAEŞ gençleri nasıl etkiledi? İslam’ın Batı toplumuna yansıması nasıl oldu? Şeyh Mesut: Tabi ki Batı toplumunda İslam adına kötü bir yansıması oldu. DAEŞ örgütünün kurulmasından amaçlanan hedeflerden en önemlisi buydu. DAEŞ, Irak ve Suriye bölgelerinde kısmi hâkimiyet sağladığında, İslam halifeliğini ikame edeceğini savundu. Peygamberin metodu üzerine olduklarını iddia ettiler. Oysa onların fiilleri ve uygulamaları iddialarının tam zıddıydı. Hala sebepsiz yere insanları kaçırıyor, idam ediyor, İslam’ın men ettiği biçimde had cezalarını uyguluyorlar. İslami gruplara saldırılar düzenleyip tekfir ediyorlar. DAEŞ’in, İslam’la ve İslam metoduyla hiçbir alakası olmamasına rağmen gençlerimizin bir kısmı, onların tuzağına düştü. Özellikle hâkim olduğu bölgelerde gençlerin üzerinde etkili oldu. Sebeplerine gelince; bunlardan biri, gençlerimizi çepeçevre saran maddi imkânsızlıktır. Rejimin ve İran’ın işkence ve zulümlerinden dolayı psikolojileri altüst olan gençler de, DAEŞ’in İslami şiarları kullanmasına ve adaletin ikamesi için yola çıktığı iddiasına aldandılar. Suriye Gündemi: Aşırılığa karşı nasıl mücadele etmemiz gerekiyor? Şeyh Mesut: Muhalif silahlı grupların başında bulunan komuta merkezindeki kişiler içinden, yetkin olmayan, İslami ölçüleri bilmeyen kişilerin yetkilerinin alınması gerekiyor. Tabi ki, bu arada Suriye halkının yanında olan Türkiye olmadan bunun gerçekleşeceğini düşünmüyorum. Dini hassasiyete sahip olan ve bütün aşırılıklardan uzak kalan düzenli bir ordu oluşumuna gidilmesi gerekiyor. Türkiye’nin öncülüğünde düzenli askerî güçlerin ve emniyet güçlerinin oluşturulmasıyla istikrarın sağlanacağını düşünüyoruz.  Örneğin El-Bab, Cerablus ve Afrin bölgelerinde istikrar ve emniyetin olduğunu görüyoruz. Türkiye tecrübesiyle, El-Bab, Cerablus ve Afrin’ de olduğu gibi Yeni Suriye’nin geleceğini de aydınlatabilir. Suriye Gündemi: Esad Rejimi, DAEŞ örgütünden faydalandı mı? Şeyh Mesud: Rejim, şimdiye kadar ayakta kalmayı DAEŞ’e borçlu. Rejim, sürekli ben terör örgütlerine karşı savaşıyorum, iddiasıyla katliamlarını örtbas edip kamuoyu oluşturuyor. Dünya bu iddiasını meşru kabul ederek Rejime karşı savaşan grupları terörist olarak değerlendiriyor. Bu konuda DAEŞ’e borçlu olan sadece Rejim değil. ABD, Rusya ve Fransa gibi devletler de, PYD de DAEŞ’in Suriye’deki varlığı üzerinde kendi varlıklarını bina ediyorlar. Yani bu ülkeler ile PYD terör örgütü DAEŞ’e borçludurlar. DAEŞ, bunların Suriye’de varlık sebebidir. Bir milyon Suriyeli şehit düştü. Rusya, ABD, Rejim, İran ve koalisyon gücü, Suriye halkının üzerine kimyasal bombalarla, varil bombasıyla saldırmalarını bu metotla meşrulaştırıyorlar. Yani hepsi DAEŞ’e karşı mücadele ettiklerini savunuyorlar. Dünya bu faciaya karşı sesiz. DAEŞ’e karşı gerçek manada mücadeleyi, El-Bab’ ta Türkiye verdi. Türkiye’nin mücadelesi dışında diğerlerinin mücadelelerini tiyatro gösterisi olarak görüyorum. Suriye Gündmei: Siz El-Bab müftüsü olarak görev almıştınız ve El-Bab’taki en büyük camiide hatiplik yaptınız. Sizin izlenimlerinize göre El-Bab şehri DAEŞ’in kontrolü altındayken nasıl bir süreç yaşadı? TSK ve ÖSO güçleri tarafından özgürleştirilmesi sonrasında El-Bab şehri nasıl bir değişim içerisine girdi? Şeyh Mesut: El-Bab, DAEŞ örgütü işgali süresince büyük bir cezaevine dönmüştü. Hayat bütün yönleriyle durmuştu. İnsanlar tedirgin ve korku içindeydi. Bildiğiniz gibi Türkiye ve ÖSO ortaklaşa düzenlediği başarılı operasyonla El-Bab şehrini özgürlüğüne kavuşturdu.  DAEŞ’dan sonra şehre istikrar ve güven geldi. El-Bab’ta insanlar rahat bir nefes aldı. Normal bir şeklide hayatlarını yaşamaya başladılar. Hayat normale döndü fakat yine de büyük ölçüde eksiklikler var: elektrik, su, altyapı gibi hizmetler tam olarak faal değil. Silahlı gruplar şehir merkezinde olduğu için halk rahatsız,  güvenlik sağlanamıyor. Bir an önce silahlı grupların şehir dışına çıkarılıp şehrin emniyet kuvvetlerine teslim edilmesi gerekiyor. Suriye Gündemi: El-Bab’a neden geri dönmediniz ve ileride geri dönmeyi düşünüyor musunuz? Şeyh Mesut: El-Bab şehri özgürlüğüne kavuştuktan sonra farklı şehirlerden göç aldı. Şehirde çeşitli grupların ve silahlı grupların varlığı büyük bir sorun teşkil etmektedir. Özellikle adli vakalarda adalet tam manasıyla sağlanamamaktadır. Elektrik, su, altyapı gibi hizmetlerin tam olarak faal olmamasından geri dönemiyoruz. Suriye Gündemi: Zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz, eklemek istediğiniz bir şey var mı? Şeyh Mesut: Teşekkür ederim, bir an önce Suriye’deki savaşın bitmesini temenni ediyorum.    
İsa El-Buni: DAEŞ İdeolojisi Rejim'in Hapishanelerindeki İşkencelerin Bir Ürünüdür
İsa El-Buni: DAEŞ ideolojisi Rejim’in hapishanelerindeki işkencelerin bir ürünüdür İsa El-Buni siyasi gerekçelerden dolayı on beş yıl boyunca Suriye’de hapis yatmıştır. Müslüman Kardeşler Hareketi’ne üye olmak suçuyla mahkûm edilen İsa El-Buni, rejim hapishanelerindeki işkenceler sebebiyle mahkûmlar arasında tekfirci akımın geliştiğini ve yayıldığını müşahede ettiğini belirtmektedir. Hapishane’de yaşadıklarını 5 bin sayfalık notlar halinde tutan İsa El-Buni, serbest bırakılmasından sonra tekfir ve tekfircilik kavramı üzerine yüksek lisans tezi hazırlamış ve Lübnan/Beyrut Üniversitesi’ne sunmuştur. İslam İlimleri üzerine çalışmalarda bulunmuştur. Suriye’deki savaşın başlamasından sonra, Türkiye’ye gelmiştir. Röportajı gerçekleştiren: Ali Akbaba Suriye gündemi: İsa el-Buni’yi biraz tanıyabilir miyiz? İsa El-Buni: İsa el-Buni, Esad rejimi tarafından, bir şüphe üzerine, üstelik çocuğu doğmadan önce cezaevine atılmış bir babanın oğludur. Ben doğmadan önce babam cezaevindeydi. Kendisine isnat edilen suç, Cemal Abdülnasır’a (Nasıriye) bağlı olmasıydı. Bu gerekçeyle cezaevine atıldı. Ben de on beş yıl cezaevinde yattım. Babam bana şunu öğütlerdi; “Oğlum sen doğduğunda ben cezaevindeydim. Ben senin de cezaevine düşmenden korkuyorum. Aman dikkat et.”   Babam dindar bir insan olmasına rağmen, sosyalist olduğu gerekçesiyle cezaevinde yattı. Dünyaya gözlerimi, babam cezaevindeyken açtım. İlköğrenimi Haseke/Rasulayn’da gördüm. Üniversitede, Şam’da  Felsefe ve Din bilimleri bölümündeyken üçüncü sınıfta 21 yaşında 1981 yılında cezaevine girdim. Bu süreçte, üniversite yıllarında yoğun bir şekilde fikir kitaplarını okurduk. 1978/79 yıllarında Hafız Esad, topluma şeklî bir özgürlük hakkı tanıdı. Bu şeklî özgürlük hakkından yola çıkarak, düşüncelerimizi ifade etmeye başladık. Okumalarımız İslam dünyası ve İslami düşünce ekseninde oluyordu. Suriye Gündemi: Herhangi bir İslami cemaate bağlılığınız var mıydı? İsa El-Buni: Bizim davetimiz genel olarak toplumun her kesimini kapsıyordu. 1978/79/80 yılarında İhvan-ı Müslimin Suriye’de aktif olarak davet çalışmalarını yürütüyordu. Toplumun her kesimini etkiliyor ve toplum tarafından ciddi bir teveccüh görüyordu. Bu süreçte yasak olan bütün kitaplara rahat bir şekilde ulaşabiliyorduk ve resmî kurumlarda bulabiliyorduk. Tam olmasa da özgür bir atmosfer vardı. Tabi biz yine de Hafız Esad rejimine güvenmiyorduk. İhtiyatlı ve tedbirli bir biçimde çalışmalarımızı yürütüyorduk. Derken davet çalışmalarında kendimi bir çalışma grubunun içinde buldum. Suriye’de İhvan-ı Müslimin’le birlikte hareket etmeye başladım. Suriye Gündemi: İhvan’ın parlamentoda kürsüsü var mıydı? İsa El-Buni: Suriye’de altmışlı yıllardan sonra İhvan’a siyasi yasak getirilip, bu isimlerin siyaset yapmaları engellenmişti. Bu yasağa rağmen arkadaşlarımızdan bireysel olarak mecliste yer alanlar vardı. Suriye Gündemi: Yukarıda bahsettiğiniz kısmî bir düşünce özgürlüğünün mevcut olduğu süreçten bize biraz bahseder misiniz? İsa El-Buni: Yetiştiğim aile ortamı dolayısıyla okuyan ve düşünen bir kişilik kazandım. Bizim evde kütüphane vardı. Okumaya ve kitaba yabancı değildik. Baba Kürt asıllıydı; Şanlıurfa/Siverek ilçesindendi. Dedem Risale-i Nur’u biliyor ve okuyordu. Lisedeyken fikri kişiliğinden etkilendiğim ve ona saygı duyduğum hocam Ğasen Hamdun’un aynı zamanda telif etmiş olduğu üç kitabı vardı.  Said Havva’ya yakın birisiydi. Okulda ve camilerde davet ve tebliğ çalışmaları yapıyordu. Ğasen Hoca’nın şahsiyeti, beni etkileyip hayatımda belirgin bir iz bırakan ender şahsiyetlerden birisi olmuştur. Hocam ve onun gibileri, okullarda ve camilerde İslami davet ve çalışmalarını rahat bir şekilde yapabiliyorlardı. Suriye Gündemi: On beş yıl boyunca cezaevi yattınız. Biraz cezaevi hayatınızdan bahseder misiniz? İsa El-Buni: Öncesinde cezaevleriyle ilgili okumalarım olmuştu. Cezaevinin, ne okuduğum ne de duyduğum gibi olduğunu gördüm. Kendimi dünyaca tanınan, şartları çok kötü olarak bilinen, Tedmur cezaevinde bulacağımı hiç düşünmemiştim. Bu gibi cezaevlerini kitaplardan ve romanlardan biliyordum. Tedmur’u bilmeyen az kişi var dünyada. İşkencenin her çeşidi mevcut… Bunların arasında en zor geleni psikolojik baskı ve işkenceydi. Saygın ve tanınan kişileri herkesin görebileceği şekilde çırılçıplak teşhir ediyorlardı. Hafızamdan silinmeyen bu kareleri düşündükçe acı çekiyorum. Özellikle cezaevinde kalan kadınlar vardı. Hamile olan kadınları, doktor ve ebenin yardımı olmadan, kendi hallerine bırakarak doğum yaptırıyorlardı. Acıdan çığlıkları yeri göğü inletiyordu. Ben cezaevinden çıkana kadar, bu işkencelerin sistemli bir şekilde devam ettiğini biliyorum. Bu arada, cezaevinde bulunduğum zamanı fırsata çevirmek istedim. Tanıştığım birçok kişinin kültür ve bilgi seviyesi yüksekti. Onlarla tanıştım ve onların tecrübelerinden faydalandım. Bir yönden cezaevi bana medrese olmuştu. Arkadaşlarıma destek olmak için psikolojiyle ilgili okumalarım oldu.  Bu açıdan cezaevinin bana ciddi katkıları oldu. Tarihe tanıklık yapmak için ben cezaevinde günlük tutmuştum ve yaşadıklarımızı o günlüğümde kayıt altına alıyordum. Beş bin sayfalık bir mecmua haline geldi. Suriye Gündemi: Bu mecmuayı yayımladınız mı ya da kitaplaştırdınız mı? İsa El-Buni: Yok hayır, not şeklinde duruyor. Cezaevinde yaşadıklarım ve gördüklerim karşısında, arkadaşlarımla olan diyaloglardan, önemli veri topladım. Arkadaşlarım ve ben görmüş olduğumuz işkenceden dolayı, tekfirci, şiddet ve intikam duygularıyla dolan arkadaşları gördüm. Suriye halk devriminin önünde en büyük engel olan DAEŞ’i o zaman görmüştüm. Fikri tartışmalarımız oluyordu. Bu yolun yanlış olduğunu bilgiyle, hüccetle ispatlamamıza rağmen sımsıkı bir şekilde ısrarlarından vazgeçmediler. Bu şekilde toplumu tekfir eden bir akım oluşmuştu. 1995 yılında cezaevinden çıktıktan sonra eğitimimi tamamladım.   Tekfir ve tekfircilik kavramı üzerine yüksek lisans tezi hazırladım Lübnan/Beyrut Üniversitesi’ne sundum. Ben o zamandan beri tekfirciliğin ümmetin başına bela olduğunu söylüyordum.  Tekfirciliğin ne kadar kötü bir sonuç olduğunu cezaevi hayatımda da bugün de müşahede ediyorum. Yine bir şey eklemek istiyorum, Hafız Esad’ın tekfirci akımı oluşması için özel bir çabası vardı. Cezaevinde kalan arkadaşlarımıza şiddet ve baskı uygulayarak, âdeta onları kışkırtıyordu. Suriye Gündemi: Cezaevi sonrası nasıl bir hayat yaşadınız? İsa El-Buni: 1995 yılında cezaevinden çıktım. Ailem tekrar cezaevine düşmemem için küçük bir market açtı. Çalışmaya başladım. Aynı zamanda özel ders de veriyordum. Yasağım olduğu için resmi olarak okullarda eğitim veremiyordum. Dört yıl sonra yasak kalktı ve artık eğitim verebiliyorum. Ras El-Ayın’da okullarda eğitim vermeye başladım. Suriye Gündemi: Suriye’de bir Kürt akademisyen olarak kendinizi Kürt kimliğiyle ifade edebiliyor muydunuz? İsa El- Buni: Benim ilk kimliğim İslam’dır. Evet, aslen Kürdüm ama ırkçı değilim. Suriye’de birçok parti bulunmaktadır. Bu partilerin oluşumu ve faaliyeti Esad’ın çizmiş olduğu yol haritasıyla yürütülüyordu. Sistemin dışında kurulmuş hiçbir siyasi parti yoktu. Bu partiler içerisinde Kürt siyasi partisi yoktu.   Kürtlerin siyasi parti açma izinleri yoktu. Siyasi Kürtler değişik partilerde siyaset yapıyorlardı, bir kısmına Baas Partisinde diğerlerine de farklı siyasi partilerde görev veriliyordu. Suriye Gündemi: Abdullah Öcalan Suriye’ye geçtiği zaman, Suriye basını gündeme taşıdı mı? İsa El-Buni: Evet, biz bunu gözümüzle gördük. Sınırda yaşadığımız için silahların Türkiye’ye nasıl geçtiğini, teröristlerin nasıl Suriye’den Türkiye’ye geçtiğini görebiliyorduk. Basına yansımasa da sınırda yaşayan bizler Suriye Devleti PKK’yı Türkiye’ye karşı desteklediğini ve beslediğini çok iyi biliyorduk.  PKK’nın dışında Kürtler vardı. Fakat Suriye devleti PKK’yı destekliyordu. Bu destek, halk arasında değişik vesilelerle gerçekleşiyordu. Düğünlerde ve değişik etkinlilerde Öcalan posteri açılıp kutlamalar yapılıyordu. Türkiye’den gelen kişilerin  geçişleri Haseke/Amude’den sağlanıyordu ve orada eğitiliyorlardı. Gündemi: Esad rejiminin PKK’ya verdiği destek ve bu destekten hedeflediği sonuç hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? İsa El-Buni: Hedef Türkiye’nin iç sorunlarıyla uğraşmasını sağlamak ve Türkiye’yi zayıflatmaktı. Türkiye Devleti’nin iç sorunlarını kaşıyıp kontrol altına almaktı. Suriye Gündemi: 2011’de Suriye’de halk ayaklanmasını idrak ettiğinizde neler hissettiniz? İsa El-Buni: Cezaevi yatan her Suriyeli vatandaş bu rejimin zulmünden ve baskısından kurtulmanın ümidini taşıyordu.  Ben bir şeylerin olacağını bekliyordum. Sivrisinek hayvanların en zayıfı olmasına rağmen Allah onu bir örnek olarak sunuyor. Çocuklar da toplumun en zayıf halkasıdır.  Dera’da Suriye Halk Devrimi bu çocukların eliyle başlatıldı. Ve tüm Suriye’yi sardı. Suriye’de herkes özgürlüğe hasret idi.  Her ne kadar istenen özgürlük hayat bulmasa da, bu Rejimin ne kadar zalim ve despot olduğu ortaya çıkmış oldu. Devrimi akamete uğratmak için tüm emperyalist devletlerle iş tutu. Buna rağmen Suriye halkı kahramanca rejime kaşı durdu. Halk ilk defa korku duvarını yıktı ve özgürlük talebinde bulundu. Suriye Gündemi: İnsani yardım faaliyetleri çalışmalarınızı nasıl gerçekleştiriyordunuz? İsa El-Buni: Kızılay Rasulayn temsilcisiydim. ÖSO’nun kontrolü altındayken yaptığımız ilk işlerden birisi bir şer-i meclis oluşturup bu vesileyle insani yardımların koordinasyonunu sağlamak ve kamu malına zarar gelmesini engellemektir. PYD gelene kadar sürdü. PYD geldikten sonra Rejim onlara petrol kuyularını teslim etti. Bu yüzden bizim hiçbir etkinliğimiz kalmadı. Elimizden bütün yetkileri aldılar. Suriye Gündemi: Neden Rasulayn’da kalmadınız? İsa El-Buni: : Benim bu ortamda yaşamam mümkün değildi. Tekrar cezaevi hayatı yaşamak istemedim. Dolayısıyla Türkiye’ye geldim. Türkiye’ye geldikten sonra yeni bir hayat yaşamaya başladım. Bu yeni hayatımda eğitimci olmam hasebiyle Suriyeli çocukların savaş psikolojisinden kurtulup eğitim görmeleri için ev ev dolaşıp eğitime kazandırmaya başladım.   Şanlıurfa’da açılan ilk geçici eğitim merkezinde gönüllü olarak felsefe derslerini vermeye başladım. Suriye Gündemi: Bildiğiniz gibi Zeytin Dalı Harekâtı başarılı bir şekilde sonuçlandı. Bu zaferi nasıl değerlendiriyorsunuz? İsa El-Buni: İlk başta Zeytin Dalı Harekâtını kutluyorum.  Bu ve bu gibi başarıların devamını temenni ediyorum. Başarının ilk adımı Cerablus, El Bab ve Afrin bölgelerinin tamamen teröristlerden temizlenmesidir. Ama en önemeli aşama bunda sonraki aşamadır. Bu bölgenin yönetimi noktasında hassas olmalıyız. Yöneticileri seçerken güven veren ve halk tarafından toplumsal karşılığı olanları ve kabul görmüş kişileri seçmeliyiz. Eğer mümkünse teknokrat yöneticiler seçilmelidir.  Bu operasyonların Suriye’nin doğu bölgelerinde de yapılmasını temenni ederim.  Türkiye bütün dünyaya çok güzel bir insanlık dersi verdi. Türkiye sivillere, yerleşim alanlarına zarar vermeden başarılı ve bölgede yapılmış en temiz operasyona imza attı. Koalisyon güçleri Rakka’da bir operasyon düzenledi. Rakka şimdi yerle bir oldu. En son Afrin operasyonuna baktığımızda bir duvar bile yıkılmadı. Dünya bu iki örneği karşılatırsın. Suriye Gündemi: Zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. İsa El-Buni: Böyle bir çalışma yaptığınız ve sesimizi dünyaya duyurduğunuz için ben Suriyeliler adına ve kendi adıma teşekkür ederim
Can Acun: Batı Müdahale İçin Fırsat Kolluyordu
Can Acun: Batı Müdahale İçin Fırsat Kolluyordu Star: ABD, Fransa ve İngiltere Suriye rejimini duyurdukları gibi vurdu, askeri noktalar ve kimyasal depolarının hedef alındığı açıklandı. Saldırının zamanlamasına ve kapsamına dair değerlendirmeniz nedir? Can Acun: Batı müdahale için fırsat kolluyordu. ABD liderliğinde İngiltere ve Fransa’dan oluşan koalisyon, 2017’de Şeyrat askeri hava üssüne düzenlenen saldırıya nazaran daha kapsamlı, ancak yine de Rejime çok ciddi zarar vermeyecek ölçekte sınırlı bir harekat düzenledi. Suriye’nin başkent Şam ile Hama, Humus, Dera ve Süveyda illerindeki kimyasal silah geliştirme ve depolama tesisleri ile birlikte, Şam’daki Cumhuriyet Muhafızlarına bağlı bir karargah, Halhal, Mezze ve Dumeyr gibi hava üsleri de hedef alındı. Yine İran devrim muhafızlarının da konuşlu olduğu Hizbullah’a ait bazı noktaların vurulduğu görüldü. Saldırılarda beklendiği gibi Ürdün ve Güney Kıbrıs’taki hava üslerinden kalkan uçaklar ile doğu Akdeniz’den ateşlenen seyir füzeleri kullanıldı. Pentagon’dan yapılan açıklamada Rejim’e kimyasal silah kullanımı nedeniyle cezalandırıcı, bir defaya mahsus sınırlı bir harekat düzenlendiği açıklandı. Ancak sahadaki bilgiler kimyasal silahlara ilişkin tesislerin yanı sıra farklı askeri hedeflere de yönelindiğini gösteriyor. Saldırılara rejim hava savunma sistemleriyle yanıt vermeye çalışırken, Rusya ise sadece izlemekle yetindi. Star: Rusya neden pasif kaldı? Can Acun: Bu durum bize Rusya’nın sınırlı harekata bir şekilde cebren de olsa ikna edildiğini gösteriyor. Star: Saldırı öncesi Soğuk Savaş Dönemine benzer bir hizalanış söz konusuydu oysa? Can Acun: Nihayetinde askeri açıdan Rejime zarar verici ancak sahadaki oyunu tamamen değiştirmeyecek sınırlı bir harekat düzenlenmiş oldu. Rusya’ya rağmen Rejimin vurulabileceği ortaya konurken, Suriye’nin geleceğinde kendi halkını kimyasal silah kullanarak hedef almaktan ötürücezalandırılmış bir rejimin yer alamayacağı gerçeği bir kez daha tahkim oldu. Küresel ve bölgesel güçlerin birbirlerini doğrudan hedef almaktan kaçındıkları, daha ziyade vekil unsurlarla çatışmaya devam edecekleri görüldü. Rusya ve İran’ın özellikle Deyr ez Zor gibi bölgelerde ABD’ye yanıt verme gayreti içine girmesi mümkün. Yine ABD/PKK’nın kontrol ettiği diğer bölgelere yönelik istikrarsızlaştırıcı hamlelerde bulunabilirler. Star: ABD içi iktidar savaşı açısından anlamı ne? Can Acun: Yine harekatın sınırları, ABD içinde yaşanan tartışmaları Savunma Bakanı Mattis ve Pentagon’un kazandığını gösteriyor. Trump şahinlerden oluşan yeni kabinesiyle daha kapsamlı bir harekat düzenleme arayışındayken istediklerini tam olarak hayata geçirememiş görünüyor. Star: Esed Suriye’de ilk kez kimyasal silah kullanmıyor. 250’yi aştığı söyleniyor. Üstelik kimyasal silah kullanımını “kırmızıçizgi” ilan eden ABD bu 250 saldırıda sesini çıkarmazken ne oldu da şimdi Doğu Guta’daki korkunç katliamın peşine düştü? Can Acun: Esasında Esed rejimi neredeyse savaşın başından beri kimyasal silah kullanıyor. Zorda kaldığı hemen her cephede klor gazı başla olmak üzere birçok farklı kimyasal silah türevini kullanmaktan çekinmedi. Sahadan gelen verilerle yaptığımız değerlendirmelerde doğrulanmış en az iki yüz saldırı söz konusu olduğunu görüyoruz. Bu bağlamda zaman zaman uluslararası tepkiler olsa da rejimin işlediği bu savaş suçu da diğer insanlık dışı eylemleri gibi genelde ne yazık ki görmezden gelindi. Ağustos 2012’de ABD Başkanı Obama Suriye’de kimyasal silah kullanımı kırmızıçizgi ilan etmişti ve Esed rejimine karşı askeri harekat düzenleyeceğini ortaya koymuştu, iddialı bir retorik vardı. Ancak 23 Ağustos 2013’te Şam Doğu Guta’da rejimin yine muhalifleri hedef aldığı ve BM tarafından da teyit edildiği şekilde kimyasal silah kullanması sonucu binden fazla çoğu kadın ve çocuk olmak üzere sivil hayatını kaybedince ABD, askeri harekat düzenlemekten ziyade Rusya ile birlikte hareket ederek BMGK’yı devreye soktu. Alınan 2118 sayılı kararla Esed rejiminin elindeki tüm kimyasal silahların ve üretim kapasitesinin imhası hedeflendi. Ancak rejim bu tarihten sonrada bu suçu işlemeye devam etti. 4 Nisan 2017 ise bu bağlamda yine bir dönüm noktası oldu. İdlib Han Şeyhun’da rejimin düzenlediği bir kimyasal saldırıya bu kez Trump Başkanlığındaki ABD yanıt verdi ve Şeyrat hava üssüne Doğu Akdeniz’den 59 güdümlüfüze atıldı. Trump güçgösteri yaparken rejimden ziyade aslında Obama’yı hedef alıyordu. Son kimyasal silah saldırısında ABD ile birlikte İngiltere ve Fransa gibi ülkeler de bir anda rejime yönelik askeri bir operasyon düzenlemek için hareketlendiler. Benim sahadan gördüğüm aslında bir süredir ABD liderliğinde batılı ülkelerin Suriye’de oyunu değiştirecek bir hamle yapabilmek adına zemin yokladığı ve adeta harekete geçmek için fırsat kolladıklarıydı. Şimdi Doğu Guta’da yaşanan kimyasal saldırı bu fırsatı vermiş oldu. Star: BMGK’da ne ABD’nin ne Rusya’nın tasarısı kabul edildi. Beklendiği gibi. Yine yenişemediler ama ilk kez karşılıklı olarak tansiyon bu kadar yükseldi. ABD Donanması’na ait Truman Uçak Gemisi ve 7 savaş gemisi Akdeniz’e sevk edildi. Bu taaruz halinin anlamı ne? Can Acun: Temel de ABD, Obama döneminde bilinçli bir şekilde Rusya ve İran’a Ortadoğu’da açtığı alanı şimdi Trump döneminde yeniden adım adım kapatmaya çalışıyor. Bu bağlamda Rusya ve İran’ın en zayıf müttefiği olan Esed rejimi kolay bir lokma olarak görülmekte ve hedef alınmakta. Trump’ın aklında 7 Nisan 2017’den farklı olarak çok daha kapsamlı bir müdahale var, bu bağlamda bölgeye askeri yığınak gittikçe artırılıyor. Halihazırda doğu Akdeniz’de bulunan güdümlüfüze atma kapasitesine sahip destroyerlerin yanı sıra Truman Uçak gemisi ile birlikte 7 savaş gemisi daha naklediliyor. Yine İngiltere ve Fransa’nın Güney Kıbrıs’taki İngiliz hava üssüne çeşitli muharip uçaklar naklettiğini biliyoruz. ABD’nin İncirlik dahil bölgede çok sayıda hava üssüde söz konusu, yine PKK/PYD bölgelerinde irili ufaklı 13-15 kadar askeri üssüvar. ABD ve müttefikleri hem Rejime yönelik kapsamlı bir harekat olanağı için güçtahkimatı yaparlarken bunun ötesinde ise Rusya’ya karşı caydırcıklarını da artırma çabasındalar. Nihayetinde Rusya bir yandan Esed rejimini koruma gayretindeyken diğer yandan ABD ve müttefikleri karşısında güçlüve tavizsiz durma çabasında. Ancak güçdengeleri ciddi anlamda Rusya’nın aleyhine şekillenmeye başlamış durumda. Star: O silahlar birbirine karşı ateşlenir mi peki? Can Acun: ABD ve Rusya arasında doğrundan konvansiyonel bir çatışma olması ihtimalini çok ama çok zayıf görüyorum. Buradan iki tarafta ciddi anlamda zararlı çıkacaktır. Hele ki Rusya’nın S400 gibi savunma sistemleri olmasına rağmen bölgedeki güçdinamikleri açısından ABD ve müttefiklerine karşı bir denge oluşturabilecek imkanlara sahip olmadığı görülmekte. Benim tahminin tarafların şuanda bir pazarlık sürecinin içinde olduğu. ABD’nin Rusya’dan bazı talepleri olduğu biliniyor. Özellikle de İran ve Hizbullah ile diğer Şii milislerin Suriye’den çıkarılmasına yönelik. Bunlar üzerinden bazı taleplerin kabulütaraflar arasındaki gerilimi azaltabilir. Yine Rejime yönelik kapsamlı değil de cezalandırıcı, düşük ölçekli bir askeri harekat Rusya’nın kabulleneceği bir seçenek. Ancak ben kapsamlı bir harekatta dahi Rusya’nın doğrudan ABD, İngiltere ve Fransa’yı hedef alabileceğini zannetmiyorum. Ancak Rusya da vekil unsurlarıyla ABD’ye gerek Suriye’de, gerekse Afganistan gibi ülkelerde yanıt verebilir. ABD de böyle bir harekatın kendisine ciddi maliyet çıkartacağını farkında. Star: Trump daha iki hafta önce Suriye’den çıkıyoruz demişti. Şimdi ise uçak gemileri gönderiyor doğu Akdeniz’e. Ne anlama geliyor bu? Can Acun: Trump’ı yorumlayıp anlayabilmek çok kolay değil. İrrasyonel bir kişilik, ancak gördüğüm kadarıyla gerçekten Suriye’den askerlerini çekmek ve DEAŞ’a karşı içkamuoyunda bir zafer ilan etmek istiyor. Esed’i cezalandırmayı da istediği anlaşılıyor, bu kendisini Obama’ya göre çok daha güçlübir lider olarak gösterecek. Yine çevresinde topladığı yeni isimlere baktığımızda adeta bir savaş kabinesi olduğunu görüyoruz. Ortak özellikleri ise İran düşmanı olmaları. Rusya’dan da pek hazzetmedikleri görülüyor. Dolayısıyla zayıf halka Esed’i hedef alarak Rusya ve İran’ı vurmuş olacaklar. İkinci olarak Trump’ın kafasında sanki Rejimi, Rusya ve İran’ın Suriye’deki pozisyonunu zayıflacak ancak kendi mütefikleri olarak gördüğüTürkiye ve Fransa’ya daha fazla alan açarak ABD askerlerinin çekilmesini dengeleyebileceğini düşünüyor. Ancak Pentagon ve Centcom’un böyle düşünmediğini görüyoruz. Star: Trump Suriye’den çıkıyoruz derken zaten orada olan Fransa “Suriye’ye güçlü geliyorum” dedi. Macron SDG heyetini kabul etti. BMGK’daki son oylamada da salonu terk etmişlerdi İngiltere ile ABD’yi destek amacıyla. Fransa’nın atağının arkasında ne var? Can Acun: Fransa Trump’ın boşaltacağı alanı ABD adına doldurabileceğini ve Suriye’de bir aktör olabileceğini düşünüyor. Star: Gelişmelerin İngiltere’de yaşanan casus kriziyle ilgisi ne? Can Acun: Casus krizinin bu kadar abartılmasının muhtemelen bugün Suriye’de yaşananlarla ilgisi var. Anglo-Sakson ittifak Rusya/İran ve Rejimi hedef alırken, batılı ülkeleri böylelikle daha kolay yanına çekmiş oldu. Star: İsrail Suriye’deki T-4 hava üssünü vurdu, İranlılar öldü. İran cevapsız bırakmam diyor. ABD’nin İsrail hassasiyetini ve İran’ı çevreleme ezme politikasını biliyoruz. Ne oluyor, Amerika istiyor İsrail vuruyor mu? Can Acun: İsrail son yıllarda ulusal güvenliği için birinci derecede tehdit olarak gördüğüİran ve Hizbullah’ı Suriye içinde gerçekleştirdiği hava operasyonlarıyla hedef alıyor. Bu bağlamda T-4 hava üssüana hedeflerden birisi çünküİran burayı drone üssüolarak kullanıyor. İsrail ayrıca doğru zaman geldiğinde Suriye sınır hattında içeriye girerek tampon bir bölge oluşturmayı amaçlıyor. İsrail Suriye savaşın başından beri Suriye’deki içsavaşın nihai bir sonucu olmadan, tarafların birbirini tükettiği, hatta Sünni dünya ile İran arasındaki bir güçmücadelesi şeklinde gitmesini arzuluyor. Nihayetinde bu bağlamda giden içsavaşta İsrail belki de en büyük kazanan durumunda. Star: Trump’ın Rusya’ya göndereceğini söylediği füzelerle ilgili 24-48 saat gibi bir süre vermişti. O süre dünyanın yüreğini ağzına getirdi ama füzeler de gönderilmedi. Üstelik Başkanın ulusal güvenlik konseyiyle toplantısından da henüz bir şey çıkmadı. ABD Savunma Bakanı Jim Mattis de, Trump’ın henüz Suriye rejimine yönelik bir saldırı yapılmasına karar vermediğini söyledi. Bu haller neyin göstergesi, ne beklemeliyiz? (Röportaj yapıldığında henüz ABD Suriye’yi vurmamıştı.) Can Acun: ABD içinde Suriye’ye düzenlenecek askeri harekatın kapsamına ilişkin ciddi pozisyon farklılıkları olduğu görülüyor. Bir yanda Trump, Pompeo ve Bolton Rejime çok ağır bir darbe vuracak geniş kapsamlı bir harekat arzularken diğer tarafta Mattis ve Pentagon/Centcom bunun Rusya/İran ile zamansız bir eskalasyona neden olacağını savunarak daha dar kapsamlı bir harekat arzuluyorlar. Bence eninde sonunda ortada bir yerde buluşacaklar. Yine özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın arabulucu olmasıyla ABD ve Rusya harekata ilişkin adeta bir pazarlık süreci de başlatmış durumda, Rusya’nın da kerhen kabul edeceği bir askeri harekatta anlaşılabilinir. Bunun için biraz daha zaman var, yine bölgeye askeri tahkimatların da zaman alması söz konusu. Star: Astana süreciyle siyasi çözüm ihtimali güçlendi. Erdoğan, Putin, Ruhani görüşmesi Batıda büyük rahatsızlık yaratmıştı. Üç ülkenin verdiği o fotoğraf mı hızlandırdı son gelişmeleri? Can Acun: Nihayetinde Astana süreci ABD’yi Suriye’de kuzeydeki PKK bölgesi dışında tamamen denklem dışına itmişti, ABD elbette bu durumdan rahatsız. Yine özellikle son dönemlerde Türkiye ve Rusya arasındaki yakınlaşmayı da kendileri için tehdit görmeye başlamış durumdalar. Ancak ABD şunu asla unutmamalı, bir yandan Suriye muhalefetine verilen desteği kesip Rusya’ya Suriye’yi teslim edenler kendileri oldu. Yine Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen kuzey Suriye’de PKK’yı desteklemeleri Türkiye’yi Astana sürecini hayata geçirmeye yönlendirdi. Star: ABD’nin NATO’nun doğu Avrupa üzerinde güçlü konuşlanması, Rusya’nın karşı atakları derken hararet ne zaman yükselse Rusya’dan hep sakin, alttan alan, hatta büyüksün diyen bir açıklama, bir tutum geldi. Bu kez nasıl seyreder? Can Acun: İfade ettiğim gibi ABD Rusya arasında konvansiyonel de olsa bir çatışma ihtimalini çok uzak görüyorum. Ayrıca Rusya ABD’nin canını yakabilecek olsa da Soğuk Savaş dönemindeki gibi bir askeri, siyasi, iktisadi denge asla söz konusu değil. Çin’in içinde olmadığı bir denklemde Rusya’nın ABD ve müttefiklerine karşı bir hamle yapma ihtimali neredeyse yok gibi. Ki Çin’in son gerilimde ortada durduğunu, meseleye taraf olmadığını da görmek gerekiyor. Rusya’nın bugünelde ettiği kazanımlarım neredeyse tamamı Obama döneminde ABD’nin bilinçli şekilde güçboşluğu yaratmasıyla alakalı. Şimdi ABD adım adım bunu geri alma çabasında. Ancak ABD’nin de geçmişe nazaran ciddi kırılganlıkları söz konusu. Tam manasıyla bir Batı Blokundan da bahsetmek mümkün değil. Mesela Almanya’nın Rusya politikası çok daha ılıman ve müttefikliğe dayalı. ABD ve İngiltere ise Rusya’ya karşı gittikçe sertleşiyor. Star: ABD ve Rusya’nın Suriye üzerinden çekişmesi Türkiye’yi çok etkileyecek ama nasıl etkileyecek? Bu yeni durum Türkiye’nin sınır ötesinde yürüttüğü terörle mücadele planını özellikle nasıl etkiler? Can Acun: Türkiye 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında yeni Güvenlik Doktrini kapsamında sınırötesi harekatlarına Fırat Kalkanı Harekatı ile başladı. Ardından başarılı şekilde Zeytin Dalı Harekatını da hayata geçirdiğini gördük. Şimdi bir yandan Menbiç’i diğer yandan Irak’ın kuzeyini ve Sincar’ı hedef alıyor. Türkiye ulusal güvenliği açısından kendisine yönelen tehditleri doğrudan kaynağından bertaraf etmeye kararlı. Hiçbir bölgesel gelişmenin bu kararlılığı sarsabileceğini düşünmüyorum. Elbette bölgede yaşanan bu jeo-politik güçmücadeleleri ve gerginlikler birçok meydan okumayı da beraberinde getirecek. Ancak unutmamalıyız ki önemli fırsatlar da oluşacak. Hele ki ABD-Rusya gerginliği iki tarafın da Türkiye’ye olan ihtiyacını artıracak bir etki yaratacak. Yine Esed rejimi ve İran’ın Suriye denkleminde zayıflayacak olması Türkiye ve ona müzahir muhalifleri ciddi anlamda güçlendireek bir etkiye neden olacak. Star: Ne yapmalı Türkiye? Tarafsız kalmak mümkün mü? Nereye kadar? Can Acun: Türkiye şuanda yaptığı gibi denge siyaseti izlemeye devam etmeli. Evet, elbette Esed rejiminin işlediği suçlar cezasız kalmamalı ve bu anlamda ne gerekiyorsa yapılmalı ancak ABD ve bazı batılı ülkelerin kendi çıkarları doğrultusunda Rusya/İran ve Rejimi hedef aldığı bir oyunun parçası olmamızı da kimse bizden beklememeli. Star: Ya ABD İncirlik’i kullanmak isterse? Can Acun: Türkiye olası bir askeri harekata ilişkin bekle gör politikası izliyor. Kanatimce eğer yeni bir makyaj operasyon olacaksa Türkiye hiçbir şekilde bunun parçası olmamalı ancak Esed rejimini devirmeye yönelik kapsamlı bir harekat olacaksa, Suriye’de oyun yeniden kurulacaktır ve Türkiye de bu bağlamda pozisyonunu revize edecektir diye düşünüyorum. İncirlik meselesini de bu çerçevede ele almalıyız. Star: Erdoğan Doğu Guta’daki katliama tepki verince Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ‘Türkiye, Afrin’i Esed’e teslim etmeli’ dedi. Bu neyin işareti? Can Acun: Rusya Türkiye’ye dikkat ol mesajı gönderdi. “Eğer ABD’nin rejime karşı dizayn etmeye çalıştığı harekata dahil olursan sana karşı pozisyon almakta da tereddüt etmem” diyor, adeta el gösteriyor. Ancak bunun elbette somut bir karşılığı yok. Afrin tamamen terörden temizlenmiş durumda ve Rusya için artık Türkiye’ye karşı kullanabileceği bir koz değil. Star: Türkiye Menbiç için ABD ile sonuç alıcı bir yola girdi de bu rahatsız mı veriyor Rusya’ya? Can Acun: Rusya elbette son dönemlerde Türkiye’yi ABD ve NATO ittifakında adım adım kendi yanına çekmeye çalışıyor. Özellikle darbe girişimiyle birlikte Türkiye Batı ilişkilerinde yaşanan güven bunalımı ve ABD’nin PKK’ya olan desteğini bir fırsata çevirme çabasında. Ancak tüm bu çabasına rağmen Rusya’nın da hala PKK’yı bir terör örgütüolarak görmediğini, PYD’nin Moskova’da resmi ofisi olduğunu ve Astana sürecine rağmen Esed rejimi lehine Guta gibi bölgelerde muhalefeti hedef almaya devam ettiğini görüyoruz. Tabii Rusya açısından Türkiye-ABD ilişkilerinin yumuşaması ve Menbic gibi meselelerde uzlaşı sağlanması bir tehdit. Kaynak: STAR
Türkiye'nin Suriye'nin Kuzeyine Doğru Olası Askeri Harekatları: Engeller ve Avantajlar | Ömer Özkizilcik ve Ömer Behram Özdemir
Türkiye’nin Suriye’nin Kuzeyine Doğru Olası Askeri Harekatları: Engeller ve Avantajlar | Ömer Özkizilcik ve Ömer Behram Özdemir 1. Bölüm – YPG kontrol ettiği bölgeleri nasıl ele geçirdi?| Ömer Özkizilcik2. Bölüm – Menbiç ve Tel Abyad bölgelerindeki avantajlar ve dezavantajlar | Ömer Behram Özdemir3. Bölüm – ABD’nin Suriye’nin kuzeyindeki askeri varlığı | Ömer Özkizilcik4. Bölüm – Türkiye’nin olası askeri hareket hedefleri | Ömer Behram Özdemir5. Bölüm – YPG’nin askeri kapasitesi | Ömer Özkizilcik6. Bölüm – ABD ve Rusya’nın Türkiye’nin askeri harekatlarına karşı tepkileri | Ömer Behram Özdemir    
Suriyeli Kürt Siyasetçi El-Cezire Siyasi Arap Partisi Başkanı Mümtaz El-Hasan İle Röportaj
Suriye Gündemi Dimeşk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Bölümü mezunu Aktivist ve Siyasetçi Mümtaz El-Hasan hocamız ile Suriye’nin gündemi üzerine konuştuk.  Suriye Gündemi: Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Ebu Nizar: Ben Mümtaz El-Hasan Ebu Nizar, 1949 yılında Suriye’nin Haseke ilinde doğdum. Evli ve 4 çocuk babasıyım. Hukuk bölümünden mezun oldum. Okulu bitirdikten sonra avukat olarak askeri yüksek güvenlik mahkemelerinde siyasi davalara bakmaya başladım. Avukatlık hayatım boyunca, Rejim karşıtı siyası tutukluları savundum. Esad Rejimini devirme girişimi iddiası ile iki yıl El-Mezze cezaevinde yattım. Suriye halk ayaklanmasıyla birlikte El-Cezire Siyasi Arap Cephesinin oluşumunda ciddi katkılarım oldu. Bu siyasi cepheyi, Demokratik Birlik Partisi (PYD) kuruluşuna karşı olarak 2012’de kurduk. Kürt Yüksek Konseyi, Barzani başkanlığında toplanarak yeni bir oluşumla meydana çıktılar. Suriye Kürtleri Yüksek Ulusal Konseyi, beşi Barzani beşi de Öcalan yanlısı olmak üzere on Suriyeli Kürt siyasi liderden oluşnmaktaydı. Suriye Gündemi: Kürt Ulusal Yüksek Konseyi hakkında bize bilgi verebilirmisiniz? Ebu Nizar: Kürt Ulusal Yüksek Konseyi, beşi Barzani’nin, beşi de Öcalan yanlısı olmak üzere on Suriyeli Kürt siyasi liderden oluşuyordu. Hedefleri Esad Rejiminden sonra Suriye’de, Batı güdümünde bir Kürdistan devleti oluşturmaktı. PYD silahlı unsurlarının bölgeye; tekelci ve kendisinden başka kimsenin varlığını kabul etmeyen bir tavra sahip olması ve kendisine muhalif olanları şiddetle cezalandırarak yok etme çabasını beraberinde getirdi. Bu şekilde bölgeye ve kurumlara hakim oldu. Bundan dolayı Kürt Yüksek Konseyi varlığını sürdüremedi. Buna karşılık olarak bizim de bir siyasi oluşumuna ihtiyacımız vardı, biz de El-Cezire Siyasi Arap cephesini oluşturduk. Hayati tehlike söz konusu olduğu için 2012 yılında, Suriye’den hicret etmek zorunda kaldım. Türkiye’ye hicret ettim. Şuan Şanlıurfa’da ikamet etmekteyim. Suriye özgür, bağımsız ve demokratik bir ülke oluncaya kadar Türkiye’de siyasi Suriye için faaliyetlerime devam edeceğim. Ayrıca Suriye Ulusal Demokratik Blok Partisinin yönetimindeyim. Suriye Gündemi: El-Cezire Siyasi Arap partisinin kaç üyesi vardı ve Suriye’nin geleceğine yönelik tutumu neydi? Ebu Nizar: El-Cezire Siyasi Arap Partisi, 01.09.2012 tarihinde kuruldu. Bu oluşuma karşı Esad Rejimi tarafından amansız bir savaş açıldı. Üyelerin bir kısmı tutuklandı, bir kısmı tehdit edilerek çalışmaktan alıkonuldu. Suriye’de siyasi faaliyetler için şartlar uygun değildi, bunun için El-Cezire Siyasi Arap Partisinin varlığı son buldu. Suriye Gündemi: Türkiye’nin askeri olarak Suriye’ye girmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ebu Nizar: Zeytin Dalı Harekatı, ÖSO ve Türkiye Silahlı Kuvvetlerinin ortaklaşa düzenlediği başarılı bir operasyondur. Türkiye ve Özgür Suriye Ordusu iki ülkenin çıkarları ve refahı için mücadele etmiştir. İki buçuk yıl önce, Tel Rıfaat ve köyleri Özgür Suriye Ordusunun hakim olduğu bir bölgeydi. PYD terör örgütü militanları, Tel Rıfaat’a girmeye çalıştı, ama giremedi, yaptığı bütün operasyonları başarısızlıkla sonuçlandı. Rusya ve Esad Rejiminin hava desteğiyle, Tel Rıfaat, terör örgütü PYD/YPG tarafından işgal edildi. Rusya ve Esad Rejimin yoğun hava bombardımanına karşı dünya sesiz ve sağır kaldı. Zeytin Dalı Harekatı başladığı andan itibaren Batı medyası dezenformasyon haberler oluşturmaya ve kamuoyunun zihnini bulundurmaya çalıştı. Zeytin Dalı Harekatının, yanlış bir girişim olduğunu deklere etmeye çalıştılar. Türkiye, Suriye topraklarını işgâl etmiş gibi göstermeye çalıştılar. Oysa, PYD terör örgütün işgal ettiği yerlerde, birçok emperyalist devletlerin bayraklarıyla karşılaşıyoruz. Zeytin Dalı Harekatında TSK ve ÖSO’nun halka şefkatle yaklaşmaları, Batının bütün oyunlarını ve yalan haberlerini ortaya çıkardı. Özetle; Zeytin Dalı harekâtının asıl amacı, terör örgütlülerini temizleyip, bölgeyi asıl sahiplerine teslim etmektir. Bölge sakinlerinin, tekrar evlerine güven ortamı içinde dönüşünü sağlamaktır. Ve bu adım adım gerçekleşmektedir. Suriye Gündemi: ABD neden PYD terör örgütü üzerinden bölgede var olmaya çalıştı? Ebu Nizar: ABD, PYD terör örgütüyle sanıldığının aksine maceraya girmedi. Bir hedefi vardı. Beğenelim veya beğenmeyelim, ABD, araştırma merkezleriyle ve kurumlarıyla çalışan bir devlettir. Suriye’de ABD’nin bir hedefi vardı. Hedefi için bir piyona ihtiyacı vardı. Bu piyonla bölgede, fitne tohumlarını ekmek istediler. Arap – Kürt düşmanlığını oluşturmayı amaçladılar. Tarihi kardeşliğimize gölge düşürüp kıyamete kadar sürecek savaşlar icat etmeyi hedeflediler. Hepimizin malumu, ABD, savaşın ve kaosun olduğu yerde halkları sömürüyor ve yönetiyor. ABD, bu metodu başka ülkelere uyguladığı gibi, Suriye’de de takip ederek uyguluyor. Bizim yapmamız gereken, fitnenin farkına varmak ve onu bertaraf etmektir. Kardeşliğimize zarar veren fitneleri bertaraf edecek irade ve azme sahip olmaktır. Suriye Gündemi: PYD terör örgütünün, toplumsal karşılığı var mıdır? Ebu Nizar: Kürt siyasi araştırmacıların açıklamalarına göre toplumsal karşılığı %20’ye bile ulaşmamaktadır. Suriye Gündemi: Suriyeli Kürtler tarafından YPG’ye karşı silahlı mücadeleye katılanlar var mıdır? Varsa hangi gruplara katılmışlardır? Ebu Nizar: Evet, askeri ve siyasi Kürt muhalifler bulunmaktadır. Suriye’deki ayaklanmanın başından itibaren vatanperver Kürtler, Rejime karşı ve PYD’ye karşı mücadele ettiler. İçlerinde Meşal El-Temo ve Mahmut Vali gibi toplum tarafından bilinen ve tanınan kişiler de vardı. Meşal El-Temo ve başka Kürt devrimci grupları askeri olarak mücadele ettiler. Suriye Gündemi: Röportajımızın sonunda eklemek istediğiniz birşey var mı? Ebu Nizar: Zeytin Dalı harekât zaferini kutluyorum, hayırlara vesile olmasını diliyorum. Zeytin Dalının, buğday başağına dönüşmesini temenni ederim. Suriye Gündemi: Zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz
ÖSO Nedir Ne Değildir? | Ömer Behram Özdemir ve Ömer Özkizilcik
ÖSO Nedir Ne Değildir? | Ömer Behram Özdemir ve Ömer Özkizilcik Kuruluşundan itibaren daha çok Esad rejimi, DEAŞ ve YPG ile çatışmalara giren Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) hem yerli hem de yabancı medya kuruluşları tarafından tartışma konusu edilmiş ve bu yapılanmanın kimliği anlaşılmaya çalışılmıştır. Ömer Behram Özdemir ve Ömer Özkizilcik ÖSO hakkında söyleşi gerçekleştirmiş ve ÖSO konusunu analiz etmiştir. 1.Bölüm: ÖSO ne değildir? | Ömer Özkizilcik 2. Bölüm: ÖSO'nun Kuruluşu, İlk Dönemleri ve İlk Eylemleri Nedir? | Ömer Behram Özdemir 3. Bölüm: ÖSO'nun İdeolojisi Nedir? ÖSO Gruplarının Sınıflandırılması | Ömer Özkizilcik 4. Bölüm: Devrim Bayrağı Nedir? | Ömer Behram Özdemir 5. Bölüm: ÖSO'nun 2011'den bu yana geçirdiği süreçler nasıl ele alınabilir? | Ömer Özkizilcik 6. Bölüm: ÖSO'nun Dış Sponsorları Kimlerdir? | Ömer Behram Özdemir 7. Bölüm: Fırat kalkanı Ve Zeytin Dalı Harekatı Sonrası Türkiye-ÖSO ilişkisi | Ömer Özkizilcik 8. Bölüm: ÖSO'nun Suriye İçerisindeki Diğer Müttefikleri Kimlerdir? | Ömer Behram Özdemir