Analiz
Sıradaki Hedef Doğu Guta mı?
Analiz – Haber / Suriye Gündemi Halep’teki muhalif bölgede bulunan sivil ve savaşçıların çıkarılma işleminin tamamlanmasının ardından, İran medyasında, Suriye Ordusu Yüksek Komutanlığı tarafından yeni hedefin Rif Şam’da yer alan Doğu Guta olacağı haberleri yer aldı. İran merkezli Farsnews’e göre rejim güçleri bölgeye çok sayıda konvoyla sevkiyat yapmaya başladı. Uzun süredir kuşatma altında bulunan ve özellikle son bir yılda çok yoğun bir biçimde baskı altında alınan Doğu Guta paketi, Suriyeli muhalifler için en önemli merkezlerden biri. Gerek yüzölçümü, gerekse nüfus yoğunluğu olarak, geçtiğimiz haftalarda boşaltılarak rejim güçleri tarafından ele geçirilen Halep merkezinin doğu kısmından daha büyük olan Doğu Guta paketi, başkent Şam’ı baskı altında tutarak muhaliflerin rejime karşı varlığını sürdürebilmesi ve oyunda kalabilmesini sağlayan en önemli kalelerden biri olarak biliniyor. Doğu Guta’da Genel Durum Suriye’de kuşatma altında bulunan bölgelere dair veriler sağlayan Siege Watch girişiminin en son yayınladığı raporlara göre Doğu Guta’da hali hazırda 435 binin üzerinde bir nüfus yaşıyor. Aynı rapora göre bölgede 23 ana yerleşim bölgesi yer alıyor. Bu yerleşim yerlerinden başı çeken şehirler arasında Duma(100,000), Harasta, Zamalka ve Cobar gibi nüfus yoğunluğu daha fazla olan yerler geliyor. Bu şehirlerden Cobar, Şam şehir merkezine bağlı olsa da, Doğu Guta’daki bölgede bulunan muhaliflerin kontrolünde bulunuyor. 2016 yılı boyunca rejimin sürdürdüğü yoğun taarruzlar neticesinde, Doğu Guta’da yer alan Dey Asafir ve Zebdin gibi şehirlerin bulunduğu güney uzantı, rejim güçlerince ele geçirildiği için boşaltıldı ve nüfus Doğu Guta’nın kuzeyinde yer alan yerleşim yerlerine çekildi. Doğu Guta son durum itibariyle yaklaşık 100 kilometrekarelik bir alanı kapsıyor.  Son bir yıl içerisinde rejim güçleri güneyde Deyr Asafir, doğuda ise el-Merc bölgesini ele geçirerek bölgeyi üçte bir oranında küçülttü. Özellikle kuşatma altındaki bölgenin güneyinde yer alan rejimin ele geçirdiği yerlerin önemli bir kısmı, Doğu Guta’daki en önemli tarım arazileri olarak biliniyordu ve bu bölgelerin kaybı, kuşatmanın daha da zorlaşmasına yol açtı. Bölgedeki Muhalif Gruplar Ceyş’ul İslam Suriye’deki muhalefetin önde gelen gruplarından olan, Zehran Alluş tarafından kurulan Ceyş’ul İslam grubunun, örgüt lideri Alluş’un 2015 Mayıs ayında verdiği rakamlara göre toplam 17 bin savaşçısı bulunuyor. Bu rakamın 10 bin civarı çoğunluğu Doğu Guta olmak üzere Şam çevresinde, 7 bininin ise Suriye’nin farklı bölgelerinde bulunduğu Alluş tarafından söz konusu röportajda dile getiriliyor. Doğu Guta’nın en önemli ve büyük şehri olan Duma’da dünyaya gelen Zehran Alluş, Suriye’de başlayan halk ayaklanmasının ardından Doğu Guta merkezli Liva el-İslam grubunu kurdu. Kısa sürede çok sayıda rejime ait üs ve mühimmatı ele geçiren grup, hızlı bir biçimde büyüdü. Alluş’un babası olan din adamı Abdullah Alluş’un Suudi Arabistan’da bulunması sebebiyle, grubun Suudi Arabistan’dan önemli miktarda destek aldığı sık sık dillendirildi. Suudi Arabistan merkezli Selefilik anlayışını benimseyen örgüt, 2013 Eylül ayında çoğunluğu Şam çevresinden olmak üzere 50 civarı grupla birleşerek Ceyş’ul İslam adını aldı. Şam’a bağlı Doğu Guta paketinde en güçlü grup haline gelen Ceyş’ul İslam, diğer grupları domine ederek bölgede liderliği üstlendi. Zehran Alluş’un karizmatik liderliğinde uzun süre gruplar arası denge sarsılmaksızın devam etti. 2015 Aralık ayında Zehran Alluş’un bir hava saldırısında hayatını kaybetmesiyle, grubun liderliğine İssam el-Buveydani seçildi. Alluş’un ardından zayıflamaya başlayan Ceyş’ul İslam, Doğu Guta Askeri Komutanlığı pozisyonunu da yitirdi. Bölgedeki muhalif grupları bir araya getiren birliktelik, Alluş’un ardından faaliyetlerini sürdüremeyerek atıl bir hale geldi. 2016’da bölgede bulunan Feylak el-Rahman grubuyla güç mücadelesine giren Ceyş’ul İslam, yaşanan iç çatışmalar ve rejimin bölgeye yönelik ilerleyişi karşısında gittikçe zayıfladı. Bölgede bulunan el-Nusra liderliğindeki el-Fustat Ordusu oluşumuyla da gerginlikler yaşayan Ceyş’ul İslam, Doğu Guta’nın kuzey ve doğu bölgelerinde gücünü konsolide ederken, diğer bölgelerden önemli oranda çekilmek zorunda kaldı. Feylak el-Rahman 2012 yılında rejim ordusundan ayrılan Abdul Nasır Şemir’in liderlik ettiği Feylak el-Rahman grubu, Doğu Guta merkezli ÖSO gruplarının bir araya gelmesiyle oluşturuldu. Şam’a bağlı Cobar’da ağırlıklı olarak güçlü olan grup, 2016 Şubat ayında Doğu Guta’daki İttihad-ı İslami Ecnad el-Şam grubunun kendisine katılmasıyla 5 bine yakın bir savaşçı adetine ulaştı. Doğu Guta’daki Ceyş’ul İslam’ın tartışmasız liderliğini sarsan bu gelişmenin ardından iki grup arasında gerilim tırmandı. Zehran Alluş’un yaşamını yitirmesi ve Feylak el-Rahman’ın yeni katılımlarla büyümesinin ardından Doğu Guta Askeri Komutanlığı pozisyonu tartışmalara neden olurken, bölgeye açılan lojistik ve ikmal tünellerinin kontrolü v.b. nedenler de, iki grup arasında Nisan ayı itibariyle çatışmaların başlamasına neden oldu. Ceyş’ul İslam, Feylak el-Rahman’ı, el-Nusra merkezli Ceyş’ul Fustat’la birleşerek kendisine saldırmakla ve Ürdün merkezli MOC(Military Operation Command)’tan para almakla suçladı. Ancak Feylak el-Rahman yetkililerinden Vail Ulvan, bu iddiaları reddederek bunların Ceyş’ul İslam tarafından kendilerine yönelik karalama kampanyası olarak niteledi. Grup, Ceyş’ul İslam’la yaşadığı çatışmaların ardından Cobar, Zamalka, Misraba gibi bölgelerde etkinliğini korurken, Duma bölgesinden büyük oranda çıkarılmış bulunuyor. Yaşanan iç çatışmalar ve rejim ilerleyişine karşı ortak bir askeri birlikteliğin oluşturulmaması sebebiyle Feylak el-Rahman grubu zaman zaman protesto gösterileriyle karşılaşıyor. Son dönemlerde ise iç çatışmalar sebebiyle Feylak el-Rahman’dan önemli kopuşlar yaşandığı ve grubun gücünü yitirdiği iddiaları, zaman zaman sosyal medyada yer alıyor. Grubun ideolojik tabanının ılımlı İslamcı bir çizgide olduğu ve bunun katı Selefi çizgideki Ceyş’ul İslam’la yaşanan çatışmalarda rolü olduğu da, zaman zaman medyaya yansıyan iddialar arasında. Ceyş’ul Fustat El-Nusra(daha sonra ŞFC)’nın Doğu Guta’da bulunan koluyla, Ahrar el-Şam ve Fecr el-Ümmet grubu bileşenlerinin bir araya gelmesiyle oluşturulan Ceyş’ul Fustat koalisyonu, özellikle bölgedeki Ceyş’ul İslam’ın otoritesine karşı bir birliktelik olarak ön plana çıktı. El-Nusra grubu Ceyş’ul İslam’la rejime karşı çoğu kere işbirliği yapmasına karşın, soğuk bir ilişkiye ve rekabete sahip oldukları biliniyor. Zehran Alluş’un gerek Doğu Guta’da, gerekse Suriye genelinde el-Nusra’ya karşı rakip olması, iki grup arasında sürekli bir gerilimin var olagelmesine neden oldu. Suudi Arabistan destekli Selefi Ceyş’ul İslam grubuyla, Selefi Cihadi ekole sahip El Kaide’nin Suriye kolu olan el-Nusra arasında ideolojik olarak da mevcut olan zıtlık, iki grubun bir araya geldiği Doğu Guta’da zaman zaman çatışmalara yol açtı. Geçtiğimiz Mart ayında, Şam’ın Doğu Guta bölgesinde kurulduğu ilan edilen Ceyş’ul Fustat’ın altında üç grubun imzası bulunuyordu. El-Nusra Cephesi, Ahrar el-Şam ve Fecr el-Ümmet gruplarının oluşturduğu koalisyona Ahrar el-Şam yaptığı başka bir açıklamayla katılmadığını duyurdu. Ancak Ahrar el-Şam’ın Doğu Guta’daki kolunun Ahrar el-Şam’ın merkezinin kararına rağmen koalisyonda kalmaya devam ettiği duyuruldu. Ceyş’ul Fustat’ın ilanından kısa bir süre sonra başlayan Doğu Guta’daki iç çatışmalarda, grup Ceyş’ul İslam’a karşı yer yer Feylak el-Rahman’la birlikte hareket etti. Çatışmaların ana eksenini Feylak el-Rahman’la Ceyş’ul İslam arasında yaşanan çatışmaların oluşturmasına karşın Ceyş’ul Fustat’ın sınırlı ölçüde çatışmalara dahil olduğu görüldü. Bazı iddialara göre Ceyş’ul Fustat, bunu Doğu Guta’daki iki büyük grubun zayıflaması için bir fırsat olarak değerlendirdi. Ağırlıklı olarak Doğu Guta’nın güney bölgelerinde hakimiyeti bulunan Ceyş’ul Fustat’ın savaşçı sayısının bir kaç bini geçmeyeceği tahmin ediliyor. Olası Rejim Taarruzu Doğu Guta bölgesi hali hazırda Suriye’deki savaş boyunca rejim güçlerince en yoğun biçimde hedef alınan yerlerin başında geliyor. Halep’le birlikte rejimin en güçlü şekilde hedef aldığı Doğu Guta’da 2013 yılında rejim tarafından düzenlenen kimyasal silah saldırısında 1,400 sivil yaşamını yitirmişti. Yaklaşık 4 yıl süren Halep taarruzunun şehrin ele geçirilmesiyle sona ermesinin ardından rejiminin bir sonraki odak noktasının Şam’a bağlı Doğu Guta bölgesi olacağı konuşuluyor. Pek çok açıdan rejim açısından son derece değerli olan bu bölge, rejimin yeniden kontrolü ele aldığını kanıtlamak için önemli bir fırsat sunuyor. Bölgedeki muhaliflerin Cobar üzerinden Şam şehir merkezine sadece bir kaç kilometre uzaklıkta bulunması, Esed rejiminin hala kırılgan bir durumda olduğunu ortaya koyuyor. Rejiminse, bu durumu ortadan kaldırmak için var gücüyle buraya odaklanması bekleniyor. Halep’in aksine Doğu Guta bölgesi neredeyse savaşın başından beri kuşatma altında bulunuyor ve kuşatma ekonomisine uyum sağlamış bir alt yapıya sahip. Bölgede çok sayıda gizli tünellerle dışarıdan ikmal gerçekleştirebilen muhalifler, rejime bağlı güçlerin sürekli yenilenen taarruzlarına yıllardır direniyor. Yine Doğu Guta’da bulunan muhalif grupların elinde oldukça gelişmiş silahlar olduğu düşünülüyor.  Özellikle savaşın erken dönemlerinde bölgede ele geçirilen rejime ait askeri üstlerde devasa ölçekte ağır silah, zırhlı araç ve tank ele geçiren muhalifler, bazı hava savunma füze sistemlerini de elinde bulunduruyor. Ayrıca, savaşın başından beri kuşatma altında bulunan bölgede yoğun bir nüfus bulunmaya devam ediyor. Halep gibi bölgelerde yaşanan bombardımanla birlikte ciddi bir göç dalgasıyla nüfus azalmış, Doğu Guta’da ise bölgedeki nüfus yoğun bombardımana rağmen –zorunlu olarak- varlığını korumuştur. Ciddi bir insan kaynağı sıkıntısı yaşayan Esed rejiminin, Doğu Guta’da yeniden güçlü bir taarruza geçmesi için zamana ihtiyacı var. Buna karşın rejimin Halep’te olduğu gibi Rus hava desteğiyle bölgeyi yoğun bir biçimde hedef alarak siviller üzerinden muhalif gruplar üzerinde baskı kurabileceği tahmin ediliyor. Şam’ın çevresinde benzer bir biçimde çok sayıda bölgeyi yoğun bombardıman ve taarruzlarla göçe zorlayan rejim, daha büyük ölçekteki Doğu Guta’da da benzer bir girişimde bulunabilir. Yine de diğer bölgelerle karşılaştırıldığında, Doğu Guta’nın büyüklüğü, bunun o kadar da kolay bir operasyon olmayacağı izlenimi oluşturuyor. Muhaliflerin Doğu Guta’da iç çatışmaların başladığı dönemden itibaren Doğu Guta’nın yüzde 20’lik bir kısmını kaybetmesi, bölgede muhalifler için en büyük kırılganlığı oluşturuyor. Özellikle güçlü lider Zehran Alluş’un ardından bölgede zayıflamaya başlayan Ceyş’ul İslam’la diğer gruplar arasında yaşanan hakimiyet mücadelesi, rejim güçleri tarafından oldukça avantajlı bir pozisyon oluşturabiliyor. Her ne kadar muhalifler arasında ateşkes imzalanmış olsa da, bölgede hala gerginlik sürüyor ve ortak bir askeri komutanlık çatısı altında birleşilmiyor. Bu durumun gelecekteki muhtemel rejim taarruzunda muhalifler için en büyük handikap olduğu anlaşılıyor. Suriye’deki muhaliflerin sembolü haline gelen Doğu Guta, rejime karşı mücadelede oldukça önemli bir yere sahip. Halep’in muhaliflerce kaybedilmesinin ardından bu bölgenin de rejim kontrolüne girmesi, muhalifler için Şam çevresini bütünüyle yitirmek anlamına geliyor.
Rejim ve YPG-SDG’ye Destek Ekseninde Koalisyon Sortileri
Analiz – Haber / Suriye Gündemi Suriye sahasında yaşanan önemli gelişmelerin son aylarda hız kazandığı görülüyor. Bir taraftan Türkiye’nin 24 Ağustos’ta başlattığı Fırat Kalkanı Harekatı devam ederken, diğer taraftan ise YPG-SDG’nin başlattığı Rakka operasyonu ilerliyor. Buna ilaveten 11 Aralık tarihinde IŞİD’in beklenmedik şekilde Humus’un doğusunda bulunan Tedmur(Palmyra) şehrinin kontrolünü tamamen ele geçirmesiyle Humus’un doğusunda Esed rejimi ile IŞİD arasındaki çatışmalar daha da alevlendi. Sahada yaşanan bu önemli gelişmelere, ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin, gerek ‘CENTOM’ gerekse ‘Operation Inherent Resolve’ sitesinde paylaşılan verilere göre yanıt verdiği anlaşılıyor. 1 Aralık ile 26 Aralık tarihleri arasında Suriye genelinde 234 sorti yapıldığını anlaşılıyor, bu sortilerin Suriye’ye dağlımı ise şu şekil aldı; Sortilerin yapıldığı en yoğun bölgenin Rakka ve civarı olduğu anlaşılıyor. İki tarih arasında bu bölgede IŞİD’e karşı 89 sorti yapıldı. İkinci olarak Rakka’nın kuzeyinde bulunan Ayn İsa civarında 54 sorti yapıldı. Aslında hem Rakka civarında hem de Ayn İsa’da yapılan sortilerin, IŞİD’e karşı ilerleyen YPG-SDG’ye destek olarak yapıldığı okunabilir. Şeddadi ve Menbic’te yapılan sortilerin de YPG-SDG’ye destek olarak yapıldığı biliniyor. Sortilerin büyük bir kısmı (yaklaşık 68%’i) YPG-SDG güçlerine destek olarak yapılması ABD öncülüğündeki Koalisyonunun Suriye’de YPG’yi desteklemeye devam ettiğini gösteriyor. Verilerde dikkat çeken başka bir husus ise koalisyon güçlerinin Tedmur’da ilerleyen IŞİD güçlerine karşı sorti düzenlemesidir. 1 Aralık ile 26 Aralık arasında Tedmur civarında 28 sorti düzenlendi, bu sortilerin büyük bir kısmının Tedmur şehrinin 11 Aralık tarihinde IŞİD tarafından ele geçirildikten sonra yapıldığı anlaşılıyor.   9 ve 10 Aralık’ta yapılan sortilerin aldığı hedeflere baktığımızda, petrol taşıyan tankerlerin hedef alındığı görünüyor. ‘CENTOM’ ve ‘Operation Inherent Resolve’in verilerine göre bu iki günde IŞİD için petrol taşıyan 188 tankerin hedef alındığı anlaşılıyor. Petrol tankerlerini hedef alan sortilerin el-Bukemal’de yapılan 11 sorti ile aynı bağlamda okunması mümkü. Zira el-Bukemal’de yapılan sortilerin hedeflerinde IŞİD’in işlettiği petrol kuyuları ve petrol pompaları gibi hedefler söz konusu, o da sortilerin IŞİD’in finansal kaynaklarını hedef aldığı anlamına gelebilir. Tedmur’un IŞİD tarafından ele geçirilmesinin ardından yapılan sortilerin hedefleri arasında IŞİD’e ait sığınak, araba, top mevzileri ve tank gibi hedefler bulunuyor. Nitekim 16 Aralık’ta 10 adet sorti yapılarak IŞİD’in Esed rejiminden ele geçirdiği 14 tank vuruldu. Hem Tedmur civarında yapılan 28 sorti, hem de Deyr el-Zor’da yapılan 35 sortinin bu bölgelerde IŞİD ile şiddetli çatışmalar yaşayan Esed rejiminin netice itibariyle lehine olduğunu söyleyebilmek mümkün.    
Halep’te Tahliyeler ve Zorluklar
Analiz – Haber / Suriye Gündemi Halep’te 13 Aralık 2016’da varılan ilk anlaşmayla birlikte şehir içerisinde bulunan on binlerce kişinin tahliyesi için süreç başlatıldı. İran ve Şii milislerin konvoylara yönelik müdahaleleri sebebiyle sık sık ertelenen ya da duran tahliye işlemleri, taraflar arasında gerçekleşen çok yoğun görüşmelerin ardından yeniden başlayabildi. Son olaraksa, Fua ve Keferya’nın anlaşmaya dahil edilmesiyle, sorunların aşıldığı duyuruldu. Tahliyelerin başlaması beklenirken, bu sefer Fua ve Keferya’daki rejim yanlılarının tahliye edilmesi için yollanan otobüslerden üçünün yakıldığı haberi gündeme geldi. Halep’te yaşanan rejime bağlı güçlerin ilerleyişi ve Halep halkının yaşadığı trajedi, muhalifler arasında büyük kırılmalara yol açmışa benziyor. Bu dönemde muhalif bölgelerde halk ve gruplara bazı yerli savaşçılar, birleşme görüşmelerinin yapılması için sokaklara döküldü. Yollarda muhalif gruplara ait kontrol noktaları hedef alınırken, İdlib çevresi ve Batı Halep kırsalında ciddi karışıklıklar yaşanmaya başlandı. Gösterilerin bazısına sızan IŞİD yanlılarının IŞİD yanlısı sloganlar atması, ciddi bir kontrolsüzlüğün başladığı şeklinde yorumlandı. Varılan anlaşmanın ardından Fua Keferya’daki Şii köylerinden gerçekleştirilecek tahliyeler için otobüsler, muhalif bölgelere giriş yaptı ve yol üzerindeki Sarmin’den geçiş yaparken bölgedeki bazı kişilerce ateşe verildi. Konvoydaki otobüslerin çoğu Fua ve Keferya’ya vardı, ancak 3 otobüs ateşe verildi. Halep’teki anlaşmayı tekrar tehlikeye sokan bu durum, muhalifler arasında da ciddi bir tepkiyle karşılandı. Otobüsü yakanların yansıyan görüntülerinde bir kısmının Cund el-Aksa’ya, bir kısmının Ahrar el-Şam ve Liva Şüheda el-İdlib gibi gruplara bağlı olduğu öne sürüldü. Bu durumsa, muhalifler arasında tekrar karşılıklı suçlamalara neden oldu. Aralarında Şam’ın Fethi Cephesi(ŞFC), Ahrar el-Şam gibi en büyük iki muhalif grubun da katıldığı “birleşme” görüşmelerinin yeniden başladığının medyaya yansıdığı bir dönemde böyle bir olayın yaşanması ise, muhalifler arasındaki birleşme görüşmelerinin de sabote edilmek istendiği yönünde yorumlandı. Her halükarda otobüslerin yakılması, muhalifler arasındaki bölünmüş ve başı bozukluğun, ciddi sorunlara yol açtığını gösteriyor. Bu haliyle muhaliflerin birleşmeden askeri anlamda ayakta kalmasının zor olması bir tarafa, güvenlik, asayiş, eğitim, ulaşım v.b. pek çok alanda da başarılı bir örnek ortaya koyabilmesi ihtimal dışı gözüküyor. Muhalif bölgelerdeki dağınıklık, Halep’in rejime bağlı güçler tarafından ele geçirilmesinde de önemli bir rol oynadı. Halep’ten sonra sıranın İdlib’e geldiği göz önünde bulundurulduğunda, muhaliflerin mevcut haliyle tutunabilmesi oldukça zor gözüküyor.
Halep ve Sonrası
  Analiz – Haber / Suriye Gündemi Suriye’de yaşanan 6 yıllık halk ayaklanması ve savaşın en büyük trajedilerinden biri olan Halep şehir savaşı, 4 yıllık yoğun hava bombardımanı, varil bombaları, yoğun sivil kayıplar ve büyük bir yıkımın ardından sona yaklaştı. 13 Aralık günü şehirde yaşanan ağır sivil kayıplar ve oldukça dar bir alana sıkışan yaklaşık 100 bin insanın yardım çağrıları sonucu, içeride kalan sivillerin ve muhalif savaşçıların tahliyesi için yeni bir anlaşma imzalandı. Rusya ve Türkiye arasında gerçekleştirilen anlaşma gereği, şehir içerisinde sıkışan yaklaşık 100 bin siville birlikte, muhalifler ellerindeki hafif silahlarıyla beraber bölgeyi terk edecek ve Batı Halep kırsalı ve İdlib’teki muhalif bölgeye tahliye edilecek. Tahliye Anlaşması Anlaşmanın daha ilk gününde rejim saflarında yer alan bölgedeki İran askerleri sivilleri tahliye eden konvoyların çıkışına izin vermedi. Yabancı Şii milislerin açtığı ateş sonucu konvoy kuşatma bölgesine geri dönmek zorunda kaldı. Tekrar bombardımana başlayan rejime bağlı güçler, geriye kalan muhalif bölgeyi ele geçirmek için harekete geçti. İlerlemeye çalışan yabancı Şii milislere karşı muhalifler direnç gösterirken, bölgede muhalifler iki bomba yüklü araç saldırısı düzenledi. Bunun ardından 14 Aralık’ta yeniden anlaşmaya varıldı ve tahliyelerin Perşembe günü sabahı başlayacağı duyuruldu. Çok sayıda ambulans ve 16 yeşil otobüsle gerçekleştirilen tahliyelerde, her seferde binden fazla kişi taşındı. Tahliyeler sırasında öncelik yaralılara verildi ve ilk konvoy, Perşembe günü sabahı kuşatma bölgesinden ayrılarak muhalif bölgesine giriş yaptı. Bir gün boyunca süren tahliyeler sırasında 5 konvoy muhalif bölgelere ulaştı ve bu süreçte 7 binden fazla kişi kuşatma bölgesinden çıkarıldı. Cuma günü 6. konvoyun yola çıkmasından sonra konvoy yabancı Şii milislerce durduruldu. Durdurulan konvoydaki insanlara ait eşyalara ve muhaliflere ait silahlara el konulduğu ve konvoydakilerin rehin aldığı bilgisi geldi. Bu sırada Şii milislerin kendilerine direnen bir muhalif savaşçı da dahil 4 kişiyi infaz ettiği, hamile bir kadınıysa rehin alarak bilinmeyen bir yere götürdükleri öne sürüldü. Aynı anda iş makinaları ve tanklarla yolu kapatan Şii milisler, yola barikatlar kurarak konvoyun geri kalanını kuşatma bölgesine geri yolladı. Bu son ihlaller sebebiyle tahliye süreci tekrar durdu. İran ve Şii milislerin, bu kez Keferya ve Fua’nın da anlaşmaya dahil edilmesini istedikleri iddia edildi. Anlaşmanın gösterdikleri Halep’te muhalifler aylar süren kuşatmanın ardından muhaliflerin kuşatmayı dışarıdan kırma çabalarının başarısız olmasıyla birlikte ciddi bir çöküş sürecine girdi. Yalnızca son 2 ayda gerçekleşen rejim ilerleyişiyle kuşatma altındaki muhalif bölge 5%’e kadar düştü. Sivillerin yaşadığı trajedi sebebiyle dünya gündemine oturan Halep’te tahliye için pek çok ülkede protesto gösterileri düzenlendi. Türkiye’nin ara buluculuk yaptığı ve Rusya ile anlaşarak yürürlüğe giren ateşkes ve tahliye anlaşması, daha ilk günden sahadaki Şii milislerce ihlal edilmeye başlandı. Anlaşmanın yalnızca Rusya ve Türkiye arasında yapılmasından İran’ın rahatsız olduğu ve bu nedenle Şii milislere anlaşmayı bozması için ön ayak olduğu öne sürüldü. Rusya’nın anlaşmayı bozan Şii grupları hedef alacağı yönündeki açıklamalarsa, ihtiyatla karşılandı. Bütün bunlara karşın tahliye anlaşması ve devamında gelişen süreç, Esed rejimine destek veren koalisyonun, aslında önemli bir koordinasyon ve işbirliği anlayışından uzak olduğunu gösteriyor. Rejim üzerinde Rusya ve İran’ın etkinlik için rekabete girdiği belirtilirken, sahada on binlerce savaşçısı bulunan çok sayıda Şii yabancı milisin de kontrol edilmesinin güç olduğu anlaşılıyor. Esed rejiminin, Halep’i ele geçiren taraf gibi gözükse de, esasında büyük bir güç ve egemenlik kaybına uğradığı ve kendi bölgesinde Rusya ve İran’dan daha fazla söz hakkına sahip olmadığı görülüyor. Bu durumda Halep sonrasın Rusya ve İran arasında, etkinlik için rekabetin daha da artabileceği ön görülebilir. Halep ve Suriye’de yaşanan savaşın insani boyutuysa, bütün kriz boyunca en çok göz ardı edilen konu olmayı sürdürüyor.
IŞİD’den Tedmur Hamlesi
Analiz – Haber / Suriye Gündemi 2015 yılı Mayıs ayında, IŞİD tarafından başlatılan bir operasyonla Humus’un doğusundaki stratejik Tedmur ve çevresi grup tarafından ele geçirilmiş, Mart ayında İdlib şehrini kaybeden Esed rejimi ağır bir yenilgi almıştı. 2015 yazına girilirken rejimin çökmekle karşı karşıya olduğu bir dönemde, İran’ın aktif olarak savaşa dahil olması ve Rusya’nın 2015 Eylül sonu itibariyle hava operasyonlarına başlaması, savaşın dengesini yeniden değiştirdi. IŞİD’in Tedmur’u 2015 yılında ele geçirmesi üzerinden yaklaşık 1 yıl geçmişken, Rusya ve Şii milislerle desteklenen rejim güçleri, 2016 Mart ayında yeni bir taarruz başlattı ve 27 Mart’ta şehre yeniden hakim oldu. Rus ordusunun özel birliklerle karadan da dahil olduğu saldırıda çok yoğun çatışmalar yaşandı ve IŞİD’in savunma hatları çökertilerek şehre yeniden girildi. Buna karşın şehrin ele geçirilmesiyle taarruz sona erdi ve IŞİD hiçbir zaman tam anlamıyla şehirden uzaklaştırılamadı. IŞİD mevzileri şehrin doğu mahallelerine biraz uzaklıkta var olmaya devam etti. IŞİD’den Yeni Saldırı 2016 yılı boyunca çok büyük kayıplar yaşayan IŞİD örgütü, Suriye ve Irak’ta kontrolü altında bulunan çok sayıda bölgeden çekilmek zorunda kaldı. Son olarak Halep’in kuzeyindeki Menbic, Cerablus gibi merkezlerini yitiren, Dabık’tan çıkarılan ve el-Bab şehrine saldırıya maruz kalan örgüt, gitgide çöle çekilmeye başladı. IŞİD’in Suriye’deki başkenti pozisyonundaki Rakka’da da ciddi baskı gören örgüt, kuzeyden ABD destekli YPG-SDG saldırılarıyla mücadele etmek zorunda kalıyor. Neredeyse bütün cephelerde çok güçlü baskı gören örgüt, rejimin Halep’teki saldırıyla meşgul olmasını fırsata çevirerek Humus’un doğusundaki Tedmur çevresine saldırdı. 7 Aralığı 8 Aralığa bağlayan gece başlayan saldırılarda Tedmur’un kuzeyindeki Huveysis çevresini hedef alan örgüt, bölgedeki rejim mevzilerinin büyük kısmını ele geçirdi. Ani bir baskınla hızlı bir biçimde ilerlemeye başlayan IŞİD, ilk anda aralarında T-55 ve T-62 bulunan en az 3 tankın yanı sıra, Anti Tank Kornet füzeleri de ele geçirdi. IŞİD tarafından Humus’un doğusunda rejimden ele geçirilen T-55 tankı Rejime bağlı güçler Halep’ten bölgeye takviye birlik sevk etmek isterken, Halep Hama yolu üzerindeki İsriye çevresinde rejim konvoyu Şam’ın Fethi Cephesi tarafından pusuya düşürüldü. Rejime ait çok sayıda araç kullanılamaz hale geldi. Konvoyun Doğu Humus’a ulaşan kısmın ise IŞİD tamamen imha ettiğini açıkladı. Bu gelişmelerin ardından IŞİD ertesi gün de ilerleyişini sürdürerek Tedmur’un kuzey batısındaki Cezal petrol sahasına girdi ve Cihad petrol sahasına ulaştı. Aynı anda şehrin batısındaki tahıl ambarı çevresindeki rejim kontrol noktalarına yönelik bomba yüklü araç saldırı düzenleyen IŞİD, aynı anda Tedmur’un güneyinden de ilerlemeye çalışarak şehri kuşatmaya başladı. Bölgede çatışmalar hala sürüyor. Son olaraksa rejime bağlı güçler Şam çevresinden bölgeye sevkiyat yapmaya başladı. Tedmur’un Saldırısının Hatırlattıkları Son dönemlerde özellikle Halep merkezli rejime bağlı güçlerin ilerleyişi, rejimin ve müttefiklerinin gücüne dair bazı yanlış anlaşılmaları da beraberinde getiriyor. IŞİD’in Halep’te rejim operasyonu devam ederken Tedmur’a saldırması ve bölgede çok hızlı bir biçimde ilerleyebilmesi, Rusya, İran ve yabancı Şii milislerden çok yoğun destek alan rejimin, bütün bu desteğe rağmen aynı anda iki cephede savaşamadığını gösteriyor. Rusya ve İran kontrolündeki Şii milis ordularıyla yürüttüğü savaş stratejisinde rejime bağlı güçler, scorched earth(yakıp yıkma) askeri doktrinini uyguluyor. Buna göre rejime bağlı güçlerin en büyük avantajı, belirli bir alana odaklanarak çok güçlü ateş gücü(Rus hava gücü ve askeri yardımı) ve insan gücüyle(on binlerce yabancı Şii savaşçı) o dar alandaki unsurları bütünüyle imha etmek. Bu şekilde tek tek bir alana sıkıştırdığı muhalif bölgeleri tasfiye eden rejim güçleri, bu taktikle Şam çevresi, Humus ve bugün Halep’te pek çok bölgeyi ele geçirmeyi başardı. Savaş taktiği olarak hava gücü ve insan gücü avantajını çok iyi sağlayan bu taktiğe karşı muhaliflerin bir alana sıkışarak sürdürdüğü savunma taktiği etkisiz kalıyor. Buna karşın muhaliflerin geçtiğimiz yaz Halep’te operasyon devam ederken Hama’da taarruza geçtiklerinde çok hızlı bir biçimde ilerleyebilmesi, Rusya ve İran’ın desteğine rağmen rejimin zayıf noktasına işaret ediyor.
Amiral Kuznetsov ve Rusya’nın Askeri Limitleri
Analiz-Haber / Suriye Gündemi 3 Aralık Cumartesi günü, Doğu Akdeniz’de, Suriye açıklarında görev yapan Rus Donanmasına ait Amiral Kuznetsov uçak gemisine iniş yapmaya çalışan S-33 Flanker tipi bir savaş uçağı, ikinci denemesinde başarısız olarak kaza yaptı ve denize düştü. Uçaktaki pilot fırlatma gerçekleştirerek uçaktan çıkarken, daha sonra arama kurtarma helikopterlerince canlı olarak kurtarıldı. Geçtiğimiz Kasım ayı başında Rusya tarafından Doğu Akdeniz’e getirilen Amiral Kuznetsov uçak gemisinden kalkan MiG-29 tipi çok yönlü savaş uçaklarının yanı sıra, SU-33 Flankerlar Suriye’de muhalif bölgelere yönelik bombardımanlar gerçekleştiriyordu. 15 Kasım 2016’da Suriye’deki operasyona aktif olarak katıldığı duyurulan Amiral Kuznetsov uçak gemisinde, bir gün öncesi, 14 Kasım’da MiG-29 tipi bir uçak daha kaza yapmıştı. Yaşanan kazalar, Rusya’nın tek uçak gemisine dair soru işaretlerini gündeme getirdi. Amiral Kuznetsov’un Tarihi Siparişi Sovyetler Birliği döneminde, 1981 yılında verilen Amiral Kuznetsov uçak gemisi, 1983 yılında kızağa çıkmış, 1985 Aralığındaysa denize indirilmişti. 1991 yılında “Kızıl Donanma”da hizmete giren Amiral Kuznetsov, ancak 1995 yılında tam olarak operasyonel hale gelebildi. Sovyetler’in çöküşü ve Rusya Federasyonu’nun o dönemlerde yaşadığı ağır ekonomik kriz, Amiral Kuznetsov’u da etkiledi. Sovyetler tarafından aynı sınıfta üretilen Varyag gemisi hiç bir zaman tamamlanamadı ve 1998 yılında gemiye Ukrayna tarafından el konuldu. Aynı gemi 2000 yılında Çin’e götürülmek için hazırlandı ve 2 yılı süren bir sürecin ardından Şubat ayında Çin’e ulaştı. Çin’in Ukrayna’dan satın atıldığı Varyag, Liaoning olarak 2012 yılında aktif olarak Çin donanmasında uçak gemisi olarak göreve başladı. Özellikle ABD’deki uçak gemileriyle belli teknik farklılıklar gösteren Amiral Kuznetsov, Rusya Donanması tarafından “ağır uçak taşıyan kruvazör” olarak nitelendiriliyor. Bu tanımlama, Karadeniz’de inşa edilen geminin Montrö Boğazlar Anlaşması’na göre geçişine getirilebilecek kısıtlamaların da önüne geçilebilmesini sağladı. Buna rağmen Türkiye, tonajını öne sürerek geçişine izin vermeme yetkisine sahip olduğu uçak gemisinin, 1991 yılında boğazlardan geçişine herhangi bir protesto yayınlamadı. Kuzey Buz Denizi’ndeki Rus Donanması’na ait filoya katılan Amiral Kuznetsov, ancak 1993 yılında hava araçlarına ev sahipliği yapmaya başladı. 1995-1996 yılları arasında Akdeniz’de ilk görevine çıkan Rus uçak gemisi, Suriye’nin Akdeniz kıyısında Tartus limanında bulunan Rus gemi üssüne uğradı. Daha sonra tekrar kuzey filosuna geri dönen Amiral Kuznetsov, bakıma alındı. Uçak gemisinin yeniden Akdeniz seferine çıkması, 2000 yılında mümkün olabildi. Ancak bu sefer, Kuzey Buz Denizi’nde meydana gelen nükleer denizaltı Kursk’taki kaza sebebiyle iptal edildi. Amiral Kuznetsov Kursk nükleer denizaltısına yönelik kurtarma çalışmalarına katıldı. Rus uçak gemisi, 2008 ve 2009 yıllarında Akdeniz’de 2 kez daha görev aldı ve bazı tatbikatlara katıldı. 2010 yılındaysa bir takım tamiratlar için tekrar kızağa çekildi. 2012 yılında Akdeniz’e tekrar yönelen Amiral Kuznetsov, iç savaşın başladığı Suriye’deki Tartus Limanı’na uğradı. 2014’yse yine Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’a kadar geldi ve tekrar Rusya’nın Kuzey Buz Denizi’ndeki Severodvinsk’te yer alan deniz üssüne döndü. Amiral Kuznetsov uçak gemisi, son olarak 15 Ekim 2016 tarihinde, Kuzey Buz Denizi’ndeki Kola Körfezi’nden yola çıkara Akdeniz’e yöneldi. Kasım ayı başlarındaysa Doğu Akdeniz’e varan Rus uçak gemisi, 15 Kasım 2016 itibariyle Suriye’deki operasyonlara başladığını duyurdu. Gemide 6 ila 8 adet Su-33 tipi Flanker’ın olduğu belirtilirken, 4 MiG 29-KR’nin olduğu rapor edildi. Aynı zamanda çeşitli sayılarda helikopterin de uçak gemisinde bulunduğu ifade ediliyor. Amiral Kuznetsov: Rusya’nın Gücü mü, Utancı mı? Rus Donanması’na ait tek uçak gemisi olan Amiral Kuznetsov, denize indirildiği günden bugüne kadar çok sayıda kaza, teknik arıza ve başarısızlıklara sahne oldu. En son Suriye yolculuğuna çıkan uçak gemisinin yanında muhtemel bir motor arızasına karşı taşıyıcı römorkörlerle birlikte yol aldığı, İngiliz yetkililerce rapor edildi. Çok yoğun duman çıkışına neden olan uçak gemisinin başta mürettebat olmak üzere ciddi sağlık sorunlarına yol açtığı ve önemli ölçüde çevreyi kirlettiği öne sürülüyor. Daha önce de yakıt transferi sırasında büyük bir sızıntıya neden olan uçak gemisi, denizde kirliliğe yol açmıştı. Rusya Devlet Başkanı Putin’in Suriye’de yürüttüğü kampanyayla dünyaya göz dağı verdiği bu günlerde, operasyona Amiral Kuznetsov uçak gemisini de dahil ederek prestijini ve caydırıcılığını artırmayı hedeflediği düşünülüyor. Ancak 3 hafta içerisinde 2 uçağın Rus uçak gemisine iniş yaparken başarısız olması ve denize çakılması, Rusya’nın askeri yeteneklerinin sorgulanmasına neden oluyor. Aynı günlerde görüntülere yansıyan Rusya’ya ait uzun menzilli bir S-300 füzesinin fırlatılmasının ardından yakıtının ateşlenmemesi ve geri düşmesiyle hava uçmasını gösteren bir diğer video, ciddi soru işaretlerini de beraberinde getiriyor. Rusya, Suriye savaşında gün geçtikçe daha fazla güç kullanmak isterken, kendi gücünün ve silah teknolojisinin de reklamını yapmayı amaçlıyor. Ancak ekranlara yansıyan bu nevi görüntüler ve başarısızlıklar, Rusya’nın uzun vadede –yalnızca Suriye’de değil, küresel çapta- caydırıcılığını yitirebileceği yorumlarını da beraberinde getiriyor. Son günlerde yaşanan aksaklıklarla birlikte Amiral Kuznetsov’un Suriye operasyonundan kısa bir süre sonra çekilebileceği ifade ediliyor. Buna göre 2017 başlarında uçak gemisi tekrar Kuzey Buz Denizi’ndeki üste onarıma alınacak.    
Demografik Değişim: Yeşil Otobüsler Bu Kez Han el-Şeyh İçin Yollanıyor
Analiz-Haber / Suriye Gündemi Etnik ve mezhebi yönü oldukça ön plana çıkan Suriye’deki iç savaşta, ülkede çoğunluğu teşkil eden Sünnilerin demografisi gün geçtikçe geriliyor. 5 yıldan fazla bir süredir devam eden savaşta Sünnilerin çoğunluğu teşkil ettiği şehir ve kasabalar bir bir tahliye ediliyor. Rejimin kullandığı kuşatma, açlık ve ağır bombardımanla teslime zorladığı muhalif bölgeler, daha sonra “yeşil otobüslerle” boşaltılarak demografik değişime uğruyor. Şimdiye kadar Humus şehir merkezi, el-Vair bölgesi, Batı Guta’daki Dareyya, Muazamiyet el-Şam v.b. çok sayıda bölge rejime bağlı güçlerce teslime zorlanarak yeşil otobüslerle tahliye edildi. El değiştiren bu bölgelere özellikle yurtdışından getirilen yabancı Şii milislerin ailelerinin yerleştirildiği ve böylece söz konusu bölgelerde demografinin kalıcı biçimde değiştirildiği bildiriliyor. Esed rejimi, Nusayri azınlığa dayanan dezavantajlı durumunu, İran liderliğindeki bölgesel Şii demografisini arkasına alarak dengelemeye çalışıyor.   Rejimden Han el Şeyh Taarruzu Geçtiğimiz yaz aylarında Şam’a bağlı Batı Guta’daki Dareyya’nın 4 yıllık kuşatma, açlık ve bombardımanın ardından teslim olup boşaltılmasının ardından rejime bağlı güçlerinin yeni hedefi, Batı Guta’daki bir diğer muhalif bölge olan Han el-Şeyh oldu. Dareyya’ya benzer biçimde gün be gün Han el-Şeyh’e yönelik hava saldırıları, varil bombaları, karadan karaya füzeler ve fosfor içerikli bombardıman, bölgedeki muhaliflerin durumunu kötüleştirmeye başladı. Muhaliflerin bir süre önce ele geçirdiği Deyr Habiye’yle komşu Zekiye’ye ulaşmasının ardından, rejim güçleri bu hattı ikiye bölmek için harekete geçti. Rejimin hava saldırılarının ardından başlattığı kara saldırılarıyla 3 Ekim’de Deyr Habiye’ye yaklaşmaya başladı. 8 Ekim’de Daruşa mezrasına ulaşan rejim güçleri, 13 Ekim’de Deyr Habiye yakınlarındaki bir üssü muhaliflerden ele geçirdi. 14 Ekim günü Deyr Habiye’ye giren rejim güçleri, 2 hafta süren çatışmaların ardından bu kez Zekiye yakınlarındaki hava savunma birliği üssünü muhaliflerden aldı. Böylece Han el-Şeyh’teki muhaliflerin Zekiye’yle olan bağlantısı, 28 Ekim’de kesilmiş oldu. Bundan sonra sürekli yenilenen rejim saldırılarıyla muhaliflerin durumu gün geçtikçe daha da kötüleşmeye başladı. Bu kez Han el-Şeyh’teki muhalif savaşçılar ve ailelerinin tahliye edilmesi için rejimle görüşmelere başlandı. Tahliye Süreci Han el-Şeyh’teki muhalifler, ellerinde bulunan esirler karşılığında rejim güçlerinin, muhalif savaşçılar ve ailelerinin güvenli bir biçimde İdlib’e taşınmasının sağlanması üzerinde anlaştılar. Buna göre 1400 aile üyesinin yanı sıra, 1450 muhalif savaşçının bölgeyi 42 otobüs ve yaralılar için 25 ambulansla terk etmesi bekleniyor. İlk otobüsler 28 Kasım 2016 itibariyle Han el-Şeyh’ten muhalif savaşçılar ve aileleriyle ayrılmaya başladı. Muhalif savaşçıların yanlarında hafif silahları götürmesine izin veriliyor. Otobüsler Şam’dan İdlib’e doğru yola çıktı. Yeşil otobüslerle tahliyenin gerçekleştirildiği Han el- Şeyh Yeşil Otobüsler: Demografik Değişim Rejimin başkent Şam ve Humus çevresinde yoğunluklu olmak üzere sıklıkla sürdürdüğü kuşatma, teslim ve tahliye stratejisi, ilerleyen süreçte Suriye’deki demografi üzerinde kalıcı sonuçlar doğurma potansiyeline sahip. Rejimin tahliye ettiği bölgelere yerleştirecek kendi demografik tabanı olmaması nedeniyle, yurt dışından getirilen Şii milislerin ailelerin yerleştirilmesi, Suriye’de belirgin bir biçimde Şiilerin ağırlığını artırmaya başlıyor. İran liderliğindeki Şii milislerin bu şekilde bölgede bir demografik değişime yol açması, ilerleyen süreçte İran liderliğindeki Şiilerin gelecekte Suriye üzerinde daha güçlü bir rol oynamasını sağlayabilir. Son olarak Halep’te de benzer bir strateji güdülürken, kuşatma, ağır bombardımanla teslime zorlanan muhalifler, Halep’ten çıkarılmak isteniyor. Ancak bunun gerçekleşmesi halinde, Halep’te de demografik bir mühendislik çalışmasıyla şehrin Şiileştirilebileceği tahmin ediliyor. Hali hazırda şehirde on binlerce İranlı asker ve Şii milis bulunuyor.    
Halep’te Etnik Temizlik: 2 Ayda 850 Sivil Ölüm
Analiz-Haber / Suriye Gündemi  Geçtiğim yaz Temmuz ayında Rusya ve İran destekli Esed rejiminin Halep’teki muhalif bölgeyi kuşatmasının ardından muhalifler kuşatmayı Ağustos başında kırmış, daha sonra Eylül ayı başında kuşatma yeniden başlamıştı. Rejime bağlı güçler tarafından kuşatma altına alınan muhalif bölgedeki 300 binden fazla insan açlık, tıbbi malzeme yetersizliği, temel insani alt yapının bütünüyle yıkıma uğraması gibi nedenlerin yanı sıra, her gün şiddeti artarak devam eden hava ve kara saldırılarıyla büyük kayıplar yaşıyor. Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi(SOHR)’nin son olarak yayınladığı bir rapora göre, Eylül ayının sonundan Kasım ayına kadar geçen 2 aylık süreçte 245’i çocuk olmak üzere 850 sivil hayatını kaybetti. Son günlerde yüzlerle ifade edilen rakamlarda düzenlenen hava saldırıları ve binleri aşan topçu atışı ve karadan karaya füzelerle vurulan kuşatma altındaki Halep’te, durum her geçen gün daha büyük bir trajediye dönüşüyor.   İstatistiğe Dönüşen Ölü Rakamları SOHR tarafından geçtiğimiz günlerde yayınlanan ve 22 Eylül 2016’dan 22 Kasım 2016’ya kadar süren tarihler arasında, Rusya ve Esed rejimine bağlı güçlerce gerçekleştirilen bombardımanları ele alan bir rapor yayınlandı. Kuşatma altındaki Halep’in yanı sıra, muhaliflerin kontrolündeki batı ve güney Halep’teki kayıpları da içeren raporda, yaşanan sivil ölümlere dair çarpıcı rakamlar paylaşıldı. Halep’teki muhalif bölgelerde Rusya ve rejime bağlı güçlerin gerçekleştirdiği hava saldırısı, topçu atışları, karadan karaya güdümlü füze saldırıları v.b. saldırılarda, belirtilen tarihler arasında 834 ölüm rapor edildi. Bahsi geçen ölümlerin içerisinde 18 yaşının altındaki 176 çocuğun yanı sıra, 18 yaşının üzerinde 69 kadın da yer alıyor. 15 Kasım 2016’da kuşatma altındaki Halep’e bağlı Firdevs mahallesine yönelik hava bombardımanı sonrası SOHR’un raporuna göre yalnızca kuşatma altındaki Halep’in doğu kısmında 96’sı çocuk, 36’sı kadın olmak üzere 523 sivil, Rusya ve rejim tarafından gerçekleştirilen uçak ve helikopterlerle gerçekleştirilen hava bombardımanlarında yaşamını yitirdi. Aynı bölgede rejime bağlı güçler tarafından gerçekleştirilen topçu atışlarında 11’i çocuk, 6’sı kadın, 84 sivil hayatını kaybetti. Aynı rapora göre Rusya ve rejime bağlı güçler tarafından Halep’in kırsal kesimine yönelik gerçekleştirilen hava ve kara saldırılarında 68’i çocuk, 33’ü kadın olmak üzere 222 sivil hayatını kaybetti. Rusya ve rejim tarafından gerçekleştirilen tüm bu saldırılar sırasında aralarında durumu ağır olanların da bulunduğu 4 binden fazla sivil ise yaralandı. Raporun yayınlandığı günlerde ise yine onlarca ölü ve yaralıya yol açan saldırıların devam ettiği bildirildi.   Sivilleri Hedef Alan Saldırıların Amacı Suriye İnsanları Hakları Networku (SNHR) tarafından 14 Kasım 2016’da güncellenen sivillere yönelik saldırıları kayıt altına alan rapora göre, Suriye’de rejim karşıtı ayaklanmaların başladığı 2011 Mart ayından 2016 Kasım ayına kadar geçen sürede 203,097 sivil kayıp olduğu bildiriliyor. Söz konusu raporda sivil ölümlere yol açan taraflara da yer verilirken, rejime bağlı güçlerin sivil ölümlerin  92.92%’sinden sorumluğu olduğu ifade ediliyor. Buna göre rejime bağlı güçler, yaklaşık 6 yıl içerisinde 188,729 sivil ölümüne yol açtı. Buna rejimin yanında savaşan Rusya’nın öldürdüğü 3,558 sivil de eklendiğinde, toplamda yaklaşık sivil ölümlerin 95%’i rejim yanlısı güçlerce gerçekleştirilmiş oluyor.         Suriye İnsan Hakları Networku(SNHR) tarafından 2016 Kasım ayında güncellenen sivil ölümlere dair rakamlar Rejim yanlısı güçlerin belirgin bir biçimde sivillere yönelik saldırılar gerçekleştirdiğini ortaya koyan söz konusu raporlardaki çarpıcı rakamlara göre, bunun bir tür savaş stratejisine dönüştürüldüğü izlenimi oluşuyor. Muhaliflerin kontrolünde bulunan bölgelere yönelik gerçekleştirilen bu saldırılarda sivil alt yapı olan hastaneler, okullar, pazar yerleri, camiler, sivil savunma merkezleri v.b. alanlar sıklıkla hedef alınıyor. Bu saldırılarla rejim yanlısı güçlerin muhalif bölgeleri insansızlaştırmak istediği ve böylece söz konusu bölgelerde yeniden hakimiyet kurmayı hedeflediği düşünülüyor. Daha önce Suriye Gündemi’nde yer alan “insansızlaştırma” stratejisine yönelik çalışmada da ele alındığı gibi, rejime bağlı güçler muhaliflerin güçlü olduğu bölgelerdeki halkı cezalandırmak, sürmek ve nihai olarak insansızlaştırmak için yoğun bir bombardıman kampanyası yürütüyor. Rusya’nın son bir yıldır aktif olarak dahil olduğu bu stratejiyle özellikle Suriye’nin kuzeyindeki İdlib ve Halep çevresi her gün yüzlerce hava saldırısı ve binlerce topçu atışına sahne oluyor. Son olarak kuşatma altına alınan Halep’te bu stratejiyi sürdüren rejim yanlısı güçler, Şam çevresindeki kuşatmalarda gerçekleştirdiği gibi, açlık ve yoğun bombardımanla muhalifleri şehirden çıkarmaya çalışıyor. Savaş stratejisi olarak sivilleri hedef alan bir kampanyayla devasa bir insani trajediye yol açan rejim yanlısı güçler, demografik olarak da Suriye’nin yapısını değiştiriyor. Halep, Şam ve Humus gibi Sünni ağırlıklı şehirler yoğun bombardıman, kuşatma ve açlıkla demografik olarak “arındırılırken”, bu bölgeler rejim kontrolüne girdiğinde bölgeden çıkarılan nüfus bir daha geri dönemiyor. Çoğunluğu ülke içinde ve dışında mülteci haline gelen, çok sayıda sivilin hayatını kaybedip yaralandığı bu etnik temizlik stratejisiyle, önümüzdeki günlerde 300 bin insanın yaşadığı Halep’in karşılaşabileceği düşünülüyor. Bütün bu insani trajedinin yaşandığı bir sırada, gerek bölgesel, gerekse uluslararası güçlerin yaşanan sürece müdahale etmemesi, Suriyeliler üzerinde büyük bir hayal kırıklığına neden oluyor.
Şam’da Muhaliflerin Ölüm Kalım Savaşı: Doğu Guta
Analiz-Haber / Suriye Gündemi  Suriye’deki iç savaş boyunca en uzun süredir kuşatma altında bulunan bölgelerin başında gelen, başkent Şam’a bağlı Doğu Guta bölgesinde muhaliflere yönelik baskılar, özellikle, Rus müdahalesinin ardından gittikçe arttı. 2015 Aralık ayında Doğu Guta merkezli ve bölgedeki en güçlü grup olan Ceyş’ul İslam(İslam Ordusu) lideri Zehran Alluş’un rejim hava saldırısında yaşamını yitirmesi ve stratejik Merc Sultan Hava Üssü’nün rejim tarafından ele geçirilmesi, bölgede muhalifler için tehlike çanlarının çalmaya başladığı yorumlarına neden oldu. Zehran Alluş’un hayatını kaybetmesinin ardından bölgede zayıflayan Ceyş’ul İslam grubu ve Feylak el-Rahman arasında şiddetli çatışmalar baş gösterdi. Nisan ayında başlayan iç çatışmaların ardından muhalifler Doğu Guta’da bölge bölge ayrılırken, rejime bağlı güçler yeni bir saldırı dalgası balattı. Nisan ayından Kasım ayına kadar süren taarruzlar boyunca Doğu Guta’daki muhaliflerin kontrolündeki bölgenin 20%’den fazlası rejim kontrolüne girdi. Bu durumsa, aynı zamanda Batı Guta’da Dareyya ve Muazamiye gibi bölgelerden muhaliflerin çıkarılmasıyla birlikte, bölgedeki muhalif varlığını da tehdit etmeye başladı.   Muhalifler Arasında İç Çatışma Muhalifler arasında Doğu Guta Zamalka merkezli başlayan gerginlik, 18 Nisan 2016’da Feylak el-Rahman’ın Cisrin’de Ceyş’ul İslam’a ait merkezlere saldırmasıyla yeni bir boyuta taşındı. Güçlü oldukları bölgelerden karşılıklı olarak birbirini çıkarmaya başlayan Feylak el-Rahman’la Ceyş’ul İslam’ın çatışmasına, bölgedeki Ceyş’ul Fustat da katıldı. Çatışmalarda Feylak el-Rahman’ın yanında yer alan Ceyş’ul Fustat(Doğu Guta’da ki el-Nusra, Ahrar el-Şam ve Fecr el-Ummet gruplarından oluşan koalisyon) daha sonra çatışmalardan çekildi. Ancak Feylak el-Rahman ve Ceyş’ul İslam arasındaki çatışmalar, arabuluculuk çalışmalarına rağmen devam etti. 4 Kasım 2016 Doğu Guta’daki Duma şehrinde muhalifler arasında yaşanan iç çatışmayı protesto eden halk Doğu Guta’nın kuzeyinde Ceyş’ul İslam ağırlığını korurken, daha güneyde Ceyş’ul Fustat, batı tarafındaysa Feylak el-Rahman gücünü artırdı. 1 ayı aşkın bir süre devam eden iç çatışmalarda muhaliflerden 700’e yakın savaşçı hayatını kaybetti. Rejimin aynı dönemde Doğu Guta’ya saldırmasının ardından muhalifler arasında ateşkes anlaşması imzalandı. Ateşkes anlaşmasına rağmen bölgedeki muhalifler arasında tam anlamıyla bir uzlaşma hala sağlanabilmiş değil ve özellikle Feylak el-Rahman ve Ceyş’ul İslam arasındaki gerginlik sürüyor.   Rejim Tarruzu Muhaliflerin 18 Nisan’da Doğu Guta’da birbiriyle çatışmaya başlamasının ardından rejim güçleri 1 hafta içerisinde yeni bir taarruz için hazırlıklarını tamamladı ve 25 Nisan’da yeni bir saldırıya başladı. Saldırıda rejime bağlı güçler, Doğu Guta’nın güneyinde kalan bölgelerine odaklanarak, muhaliflerin iç çatışmasını fırsata çevirmesini bildi. Rejime bağlı güçler yoğun hava bombardımanının da eşlik ettiği taarruzda ilk olarak stratejik Rukabiye’yi hedef aldı. Rukabiye’yi yaklaşık 1 haftada ele geçiren rejime bağlı güçler, bölgedeki en önemli iki bölge olan Deyr Asafir ve Zebdin’e yaklaştı. Yine bir haftayı bulan çatışmaların ardından 8 Mayıs’ta Zebdin merkezindeki bazı kısımlar ele geçirildi. 12 Mayıs’taysa Zebdin Camii rejim güçlerince ele geçirildi. 19 Mayıs’a kadar rejime bağlı güçler Deyr Asafir, Zebdin ve Bezine’yi tamamen ele geçirdi. Kuşatma altındaki Doğu Guta için hayati öneme sahip geniş tarım alanlarının da yer aldığı bu bölge, bütünüyle rejim kontrolüne girdi. Haziran 2016 Doğu Guta’da muhaliflerden alınan Merc Sultan’da kirejim askerlerini ziyaret eden Beşşar Esed Bu gelişmenin üzerinden bir ay kadar geçmesinin ardından, rejime bağlı güçler yeni bir taarruza başladı. Bu kez kuzey batı yönünden ilerlemeye başlayan rejime bağlı güçler, 21 Haziran’da hızlı bir saldırıyla el-Bahariye tepesi ve Bahariye bölgesini ele geçirdi. 24 Haziran’da Meyda’ya giren rejime bağlı güçler, yaklaşık 2 hafta süren çatışmaların ardından Meyda’yı bütünüyle ele geçirdi. Muhalifler karşı saldırıyla kısmi ilerleme sağlasa da, rejime bağlı güçler kısa sürede saldırıyı püskürterek kaybettikleri yerleri geri aldı. Temmuz ayı sonunda Havş el-Fara’yı haftalar süren çatışmaların ardından muhalifler bırakarak geri çekildi. Ağustos ayı ortasına gelindiğindeyse rejime bağlı güçler Havşi Nasri’yi de muhaliflerden alarak Tel-Kurdi bölgesine saldırmaya başladı. Muhaliflerle rejim arasında uzun süreli taarruz ve karşı taarruzlarla süren çatışmaların ardından rejim güçleri 11 Ekim’de ele geçirdikleri Reyhan’ın batı kısmından çıkarıldı. Buna karşın rejim saldırıları durmaksızın sürdü ve 50 günü aşkın bir süre devam eden çatışmaların ardından Tel Kurdi ve Tel-Savvan ele geçirildi. Daha sonra Reyhan’ın batısındaki mezraları ele geçiren rejim güçlerinin Kasım ayı boyunca Reyhan’a yönelik saldırıları muhaliflerce püskürtüldü.   Doğu Guta’da Daralan Kuşatma ve Muhaliflerin Ölüm Kalım Savaşı Suriye’nin başkenti Şam’ın hemen yanı başında yer alması sebebiyle, Doğu Guta bölgesi iç savaş boyunca en önemli cephelerden biri olageldi. Muhaliflerin en güçlü gruplarından Ceyş’ul İslam’ın merkezi konumundaki bölgede, özellikle muhaliflerin kendi aralarındaki çatışmalar ciddi gerilemelere neden oldu. Doğu Guta’daki muhalifler arasında gerilim sürekli olagelse de, bölgede etkin bir isim olan Ceyş’ul İslam lideri Zehran Alluş, bu gerilimin çatışmaya dönüşmesinin önünde önemli bir engel teşkil ediyordu. Zehran Alluş’la birlikte bölgede diğer gruplara fazla göz açtırmayan Ceyş’ul İslam, 25 Aralık 2015’te Esed rejimi tarafından gerçekleştirilen bir hava saldırısında liderlerinin hayatını kaybetmesiyle birlikte büyük bir darbe aldı. Zehran Alluş’un ardından toparlanamayan grup, güç kaybetti. Bu durum, Doğu Guta’daki bir diğer önemli muhalif yapı olan Feylak el-Rahman’la Ceyş’ul İslam arasında güç mücadelesini tetikledi. Rejime bağlı güçlerin muhalifler arasında yaşanan çatışmaları çok iyi değerlendirdiği Doğu Guta’da, yaklaşık 8 ayın ardından muhaliflerin kontrolündeki bölgenin 25% civarı rejim tarafından ele geçirildi.  El geçirilen yerler arasında Deyr Asafir ve Zebdin gibi Doğu Guta’nın tarıma elverişli can damarı konumundaki bölgelerin de yer alması, kuşatmayı muhalifler için çok daha kötü bir hale getirdi. Esed rejiminin sıklıkla kullandığı kuşatma ve açlıkla muhalif bölgeleri teslim alma stratejisi, bundan sonra Doğu Guta’da daha etkin bir biçimde uygulanmaya başlandı. Tarıma elverişli bölgelerin büyük oranda rejim kontrolüne girmesiyle, yaklaşık 4 yıldır kuşatma altında direnmeye çalışan Doğu Guta da, Batı Guta’daki Dareyya, Muazamiyye örneklerinde olduğu gibi zor bir seçenekle karşı karşıya. Zorlaşan kuşatmanın yanı sıra, muhalifler arasında yaşanan ayrılıklar da, bölgedeki durumu daha kritik bir hale getiriyor. Rejimin başkent Şam’ı bütünüyle muhalif bölgelerden arındırma stratejisi göz önünde bulundurulduğunda, önümüzdeki günlerde Doğu Guta’daki muhalif bölgeye yönelik baskının gün geçtikçe daha fazla artacağı yorumlarına neden oluyor. Doğu Guta’daki yerleşim yerleri olan Duma gibi merkezlere yönelik artanRus ve rejim hava saldırıları da, buna işaret ediyor.
El-Bab: Büyük Savaşa Açılan Kapı
Analiz-Haber / Suriye Gündemi Fırat Kalkanı Operasyonu üçüncü ayına girerken, TSK desteğiyle ilerlemeye devam eden Özgür Suriye Ordusu bileşenleri, Halep’in doğusunda IŞİD’in kontrolünde kalan son büyük şehir el-Bab’a ulaştı. Fırat Kalkanı’nın sürdüğü sırada, el-Bab şehrine doğru YPG-SDG’nin batıda Afrin yönünden, doğuda Menbic yönünden ilerlemeye çalıştığı görüldü. Zaman zaman TSK destekli muhaliflerle de çatışan YPG-SDG güçleri, mevzi ilerlemelerle el-Bab şehrine doğu ve batı yönünden biraz daha yaklaşmayı başardı. Bütün bu gelişmeler yaşanırken, Esed rejimine bağlı güçlerin, Halep’in doğusundaki Kuveyris havaalanında hareketlenmeye başladığı ve bölgeye askeri sevkiyat yaptığı rapor edildi. Kuzeyden TSK destekli muhalifler, batı ve doğudan YPG-SDG şehre yaklaşırken, güneyden rejime bağlı güçlerin el-Bab’a saldırabileceği söylentileri gündeme geldi. Bu tablo ise, bölgede tansiyonun yükselmesi ve el-Bab şehri ve çevresini kimin kontrol edeceği üzerine TSK destekli muhalifler, ABD destekli YPG-SDG ve Rusya-İran destekli Esed rejimi arasında bir çatışma riskini artırıyor. Bu gerilimin yanı sıra, ABD’nin, Türkiye’nin muhalif unsurlarla birlikte sürdürdüğü el-Bab operasyonuna destek vermediğini açıklaması ve Rus askeri uzmanların Mare’nin güneyindeki YPG-SDG’ye ait mevzileri ziyaret etmesi, bölgede tarafların birbirinin gücünü ve psikolojisini yokladığı yorumlarına yol açıyor. Fırat Kalkanı Operasyonu’nun bu ölçüde hızlı bir başarı yakalayacağını tahmin etmeyen ABD ve Esed rejimine destek veren Rusya, TSK destekli muhaliflerin el-Bab’a ulaşmasının ardından yeni bir durumla karşı karşıya. Bu yeni durumsa, üç tarafın da karşılıklı çıkar ve tehdit algılamalarının çatıştığı bir düğümde, sıcak bir çatışmaya dönüşme riskini artırıyor.   El-Bab’a Giden Yol 24 Ağustos 2016 tarihinde Türkiye topraklarından TSK’ya ait tanklar ve özel birliklerin eşlik ettiği bir grup ÖSO savaşçısı, sınırın Suriye tarafındaki Cerablus’un karşısında bulunan bölgeye Karkamış’tan giriş yapmaya başladı. Kısa sürede Cerablus ve çevresindeki köylere giren TSK eşliğindeki muhalifler, aynı anda güneyde Cerablus’a doğru ilerlemeye çalışan YPG-SDG güçleriyle çatışmaya başladı. YPG-SDG güçlerinin IŞİD’in çekildiği köylere girerek Cerablus’a yaklaşmasıyla TSK destekli muhalifler YPG-SDG’ye karşı yeni bir operasyon başlattı ve 29 Ağustos’a gelindiğinde YPG-SDG güçleri Sacur suyunun güneyine atıldı. Sacur suyunun kuzeyindeki bütün köyler, Cerablus’la birlikte muhaliflerin kontrolüne girdi. Bu gelişmenin ardından ABD’nin arabuluculuğuyla TSK destekli muhaliflerle YPG-SDG arasındaki çatışmalar duruldu. Türkiye sınırı boyunca batıya doğru IŞİD mevzileri ele geçirilirken, Türk ordusu Eylül ayı başında el-Rai yönündeki muhalif bölgeye tank sevk etmeye başladı ve bu sefer el-Rai yönünden sınır boyunca doğuya ilerlemeye başladı. 4 Eylül’e gelindiğinde IŞİD’in Türkiye sınırındaki kontrol ettiği son köyler de TSK destekli muhaliflerin kontrolüne geçti ve sınır boyunca Azez-Cerablus bağlantısı sağlanmış oldu. Sınırı bütünüyle kontrol altına aldıktan sonra güneye doğru hattı genişletmeye başlayan TSK ve muhalifler, Eylül’ün sonlarına doğru içerisinde Dabık’ın da yer aldığı Kuveyk Ovasına yöneldi. El-Bab’a yürümek için gerekli derinliği sağlayan bu bölge, yaklaşık bir ay süren çatışma ve IŞİD karşı saldırılarını püskürtmenin ardından bütünüyle ele geçirildi. Bu gelişmeyle Mare’nin doğusundan itibaren geniş ve derin bir alanda muhaliflerin kontrolü genişlemiş oldu ve el-Bab’a giden yol açıldı. Bu aşamada YPG-SDG’nin batı yönünde, Ma’re’nin güneyinden hareketlenmeye başladığı görüldü. IŞİD’in bu sırada bazı köylerden çekilmesiyle rejime bağlı güçler ve YPG-SDG bu köylere girdi. Bunun ardından TSK destekli muhaliflerle YPG-SDG arasında çatışmalar yaşandı, Türk savaş jetleri YPG-SDG kontrolündeki Tel Rıfat ve çevresini bombaladı. Bir süre devam eden çatışmaların ardından bu bölgedeki çatışmalar duruldu. Batı yönlü YPG-SDG ilerleyişinin kısmi olarak durdurulmasıyla daha doğuda güneye doğru harekete geçen Fırat Kalkanı Operasyonu bileşenleri, kısa sürede önemli ilerlemeler kaydederek el-Bab şehrinin kuzeyindeki mahallelere kadar ulaştı ve daha doğudaki stratejik Kabbasin ele geçirildi. Bu aşamada YPG-SDG’nin tekrar hareketlenmeye başladığı görüldü. Aylardır Arima’nın doğusunda duran YPG-SDG güçleri, muhaliflerin el-Bab’a yaklaşması ve Kabbasin’i almasıyla Menbic tarafından batıya doğru harekete geçti. Aynı anda IŞİD’in Kabbasin’in doğusundaki köylerden çekilmesiyle YPG-SDG güçleri bu köylere girdi. Bu sefer YPG-SDG kontrolündeki mevziler TSK ve muhalifler tarafından vurulmaya başlandı. Bazı köyler YPG-SDG’den geri alındı. 16 Kasım 2016 Türk Ordusuna ait T-155 Fırtına Obüsleri YPG-SDG mevzilerini hedef alıyor El-Bab’ta Son Durum ve Muhtemel Gelişmeler Hali hazırda el-Bab’a en yakın pozisyonda olan Fırat Kalkanı Operasyonu bileşenleri, şehrin bir kaç yüz metre kuzeyinde konuşlanmış bulunuyor. IŞİD’in bölgedeki hızlı gerileyişinin ardından şehre oldukça yaklaşan muhalifler, şehri ele geçirmeye en yakın grup olarak görünüyor. Buna karşın aynı anda YPG-SDG’nin doğu ve batı yönlü, rejiminse güney yönlü hareketlendiği görülüyor. Kuveyris’e yapılan yığınağın, olası bir el-Bab operasyonuna yönelik bir hazırlık olduğu düşünülüyor. El-Bab merkezli yaşanan bu tırmanış, kaçınılmaz olarak Kuzey Halep’te hakimiyet mücadelesi veren bu üç grubu karşı karşıya getiriyor. IŞİD’in bölgede etkinliğini iyice yitirmeye başladığı bir dönemde, IŞİD’in çekildiği bölgelerin kimin kontrolüne gireceği meselesi, gelecekteki muhtemel çatışma alanlarını da ortaya çıkarıyor. El-Bab’ı ele geçirmeye en yakın grup olan Türkiye destekli muhalifler, el-Bab’ta güvenli bir biçimde var olmak için kaçınılmaz olarak Menbic’e ve Afrin’e ilerlemek zorunda gözüküyor. Doğudan ve batıdan bu kadar sıkıştırılmış bir biçimde el-Bab’ta gücünü tahkim etmesi zor olan Fırat Kalkanı Operasyonu, aynı zamanda daha güneyde YPG-SDG’nin kantonları birleştirme ihtimalini de göz önünde bulundurarak Menbic ve Afrin’e doğru hareketlenebilir. Özellikle PKK’ya karşı mücadele eden Türkiye’nin de bu konuda kararlı olduğu düşünüldüğünde, bu çatışmanın kaçınılmaz olduğu anlaşılıyor. Benzer bir biçimde varoluşsal olarak Türkiye sınırı boyunca bir kontrol alanı oluşturmak isteyen YPG-SDG, genel anlamda Fırat’ın batısındaki varlığını garanti altına almak için el-Bab’ı almak zorunda. Bu da grubu kaçınılmaz olarak TSK destekli muhaliflerle karşı karşıya getiriyor. Bab’ın muhaliflerin eline geçmesi olasılığına karşı daha güneyden kantonları birleştirmek isteyecek gruba ise, Türkiye’nin müsaade etmeyeceği biliniyor. Rejimle belli oranda stratejik bir birliktelik içerisine girebilen YPG-SDG, Türkiye ve muhaliflerle kaçınılmaz olarak çatışmak zorunda kalıyor. Bu noktada gruba ABD ve daha az görünür olsa da Rusya’nın destek verdiği görülüyor. Denklemde üçüncü aktör olarak ön plana çıkan Rusya ve İran destekli Esed rejiminin, Halep merkezi ve batısında muhaliflerle çatıştığı için bu aşamada el-Bab’a yönelmesi zor görülüyor. Yine de rejimin Halep’in hemen kuzeyinde –Türkiye destekli ve kontrollü olsa da- muhaliflerin el-Bab gibi stratejik bir şehri almasına seyirci kalmayacağını öngörebilmek mümkün. Kuzeydeki muhaliflerin rejim bölgelerine bu kadar yaklaşması ve el-Bab gibi büyük bir şehrin kontrolünü ele geçirmesi, rejimi kaçınılmaz olarak endişelendiriyor. Kuzey Halep’teki Türkiye destekli muhalif varlığın Menbic ve Tel Rıfat’ı ele geçirmesi halindeyse, rejimin Halep’teki operasyon güvenliği bütünüyle tehlikeye girebilir. Burada ortaya çıkan sonuç, IŞİD sonrası özellikle Türkiye ve desteklediği muhalif unsurların, el-Bab ve çevresinde YPG-SDG ve Esed rejimiyle kaçınılmaz olarak sıcak çatışmaya gireceği bir senaryo. Türkiye kendi güvenliği için bölgede mecburen operasyona devam etmek zorundayken, YPG-SDG Rojava idealini gerçekleştirmek için kantonları birleştirmeye çalışıyor. Rejimse Halep’i ele geçirmek için kuzeyde kendisine komşu olacak bir muhalif bölgeye tahammül edemez. Bu senaryoda muhaliflerin yanında Türk askerlerinin, YPG-SDG’nin yanında ABD askerlerinin, Esed rejiminin yanındaysa Rus ve İranlı askerlerin aktif olarak bulunduğu göz önünde bulundurulacak olursa, el-Bab yalnızca Suriye’de yaşanan vekalet savaşının değil, muhtemel bir direk çatışmanın da tetikleyicisi olabilir. Böylesi bir gelişmeyse, kuşkusuz ülkede yaklaşık 6 yıldır devam eden iç savaşı bambaşka bir boyuta taşıma potansiyeline sahip.