Analiz
Rusya’dan Sürpriz ‘Çekilme’ Hamlesi
Uzun süredir dünya gündeminin merkezinde yer alan Suriye’deki çatışma gündemi, geçtiğimiz günlerde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in yaptığı ‘çekiliyoruz’ açıklamasıyla bambaşka bir seyir aldı. Beklenmedik bir biçimde gelen açıklamayla başta savaşın tarafı aktörler olmak üzere, bölgedeki ve dünyadaki aktörler de açıklama karşısındaki şaşkınlıklarını gizleyemedi. Cenevre Görüşmelerinin yeniden başlayacağının açıklanmasının hemen ardından gelen karar karşısında hazırlıksız yakalananlar arasında, bir süredir Rusya’yla Suriye’deki ateşkes ve ülkenin geleceğine ilişkin görüşmeler yürüten ABD’nin de olduğu öne sürülüyor. Kremlin sözcüsü Dimitri Peskov’a göre çekilme kararı Suriye rejimi lideri Beşar Esed’e bildirildi, söz konusu bilgi Suriye devlet başkanlığından yapılan açıklamayla da doğrulandı. Buna karşın Suriye rejimi yetkilileri ve yakın kaynakların verilen ani karar karşısındaki şaşkınlığı ve bir süre sessiz kalması, bu durumun gerçeği yansıtmayabileceği iddialarını gündeme getirdi. 30 Eylül 2015’te Suriye’ye aktif olarak müdahale ettiğini açıklayan Rusya, yaklaşık 5 ayı aşkın bir süre ülkede oldukça agresif bir askeri hamleyle muhaliflere yönelik yoğun hava bombardımanları düzenledi. Karadan İran liderliğindeki yabancı Şii milis ağırlıklı taarruzlarla muhalif bölgeleri hedef alan yeni saldırı dalgası, geçtiğimiz 27 Şubat 2016’da ilan edilen ateşkes anlaşmasıyla duruldu. Bundan kısa bir süre sonra Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in yaptığı ‘çekilme’, açıklamasıysa, Suriye’deki denklemi çok farklı bir noktaya taşıdı. Sürpriz karar, bir dizi spekülasyon ve açıklanması gereken soruları gündeme taşıdı. Rusya Ne Açıkladı 14 Mart 2016 günü Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suriye’deki birliklerin “büyük bölümünü” çekeceğini açıkladı. Savunma Bakanlığı ve orduya verilen görevlerin “bütünüyle gerçekleştirildiğini” ifade eden Putin; “bu nedenle Savunma Bakanı’na birliklerimizin ana kısmını Suriye Arap Cumhuriyeti’nden çekme emrini veriyorum” dedi. Putin, Suriye’den ana muharip gücün çekilme kararına karşın, ülkenin batısında Tartus’ta bulunan deniz üssündeki ve Lazkiye’de yer alan Hmeymim askeri hava alanındaki varlıklarını sürdüreceklerini belirtti. Rusya Devlet Başkanı, ayrıca Dışişleri Bakanlığına Suriye’deki barış sürecinin organize edilmesindeki çabalarını artırması yönünde talepte bulunduğunu açıkladı. Suriye’deki operasyonun başarılı olduğunu açıklayan Rusya Savunma Bakanı Sergei Shoigu ise, 2,000 binden fazla muhalifi öldürdüklerini açıkladı. Kremlin sözcüsü Peskov’sa, Putin’in çekilme kararını, Beşşar Esed’le görüşerek ve koordineli bir biçimde aldığını duyurdu. Rusya tarafından daha sonra yapılan çeşitli açıklamalarda ise, Rusya’nın ülkedeki “ateşkesin” garantörü olduğu ve ihtiyaç duyulduğu takdirde operasyonlarını sürdüreceklerini belirtti. Vladimir Putin, ihtiyaç olduğunda Rus Ordusunun saatler içerisinde Suriye’ye geri dönebileceğini vurguladı. Rusya’nın Amacı Rusya’nın 14 Mart’ta Dünya kamuoyuyla paylaşılan ani çekilme kararı, pek çok spekülasyon ve soru işaretlerini beraberinde getirdi. Akla gelen soruların başındaysa, söz konusu açıklamanın gerçeği yansıtıp yansıtmadığı yönünde yoğunlaştı. Daha önce Kırım’ı ilhak sürecinde bölgeye asker konuşlandırmasını inkar eden Rusya, 30 Eylül 2015’e kadar da Suriye’de askeri operasyona başladığı yönündeki iddiaları yalanlamıştı. Yine Suriye’de yalnızca IŞİD’i hedef aldığını, Suriye muhalefetini vurmayacağını açıklayan Rusya, resmi belgelerle dökümente edilen kayıtlara göre saldırılarında neredeyse bütünüyle Suriyeli muhalifleri hedef aldı. Sovyet döneminden bu yana savaşlarda ve gerilimlerde sıklıkla dezenformasyona başvurduğu bilinen Rusya’nın, benzer bir biçimde söz konusu açıklamayla farklı bir amaç güdebileceği ve esasında çekilme açıklamalarının gerçeği yansıtmayabileceği tahminlerine yol açtı. Uluslararası arenada Putin liderliğindeki Rusya beklenmedik hamleleriyle ön plana çıkarken, çekilme kararıyla neyi amaçladığı –müttefikleri de dahil- pek çok ülkede kafa karışıklığına yol açtı. Bu durumsa farklı senaryoları gündeme taşıdı. Birinci senaryoya göre Rusya’nın çekilme kararıyla, özellikle dünya genelinde petrol fiyatlarında yaşanan düşüşle varil başına petrol fiyatlarının 30 doların altını görmesi ve Rusya’ya yönelik yaptırımların Rusya ekonomisine gün geçtikçe getirdiği ağır ekonomik yük, Rusya’nın maliyeti her geçen gün artan yeni bir savaşı uzatamayacağı gerekçesiyle alındı. Günlük 2.3 milyonla 4 milyon dolar arasında değiştiği tahmin edilen Rusya’nın günlük hava operasyonlarının maliyetinin yanı sıra, muhaliflere yönelik kullandığı seyir füzeleri atış başına 1.2 milyon dolara mal olduğu düşünülüyor. Söz konusu rakamlarsa hali hazırda ekonomik sorunlar yaşamakta olan Rusya’nın operasyonu uzun süreli devam ettirmesinin mümkün olmadığı yönünde bir açıklamayı beraberinde getiriyor. Daha önce de benzer biçimde Afganistan tecrübesi yaşayan Rusya’nın, Suriye’de de bir bataklığa saplanmak istemeyeceği ve bu nedenle Suriye’nin çabuk sonuç vermeyecek ve uzun süreli ve maliyetli bir savaşa dönüşeceği düşüncesi, Rusya’nın operasyona başladığını duyurmasının ardından 5 ay geçmişken çekilme kararı almasına yol açtı. İkinci senaryoya göre ise Rusya, Suriye’de başlattığı operasyonda birlikte hareket ettiği müttefikleri Esed rejimi ve İran’la ülkenin geleceğine yönelik farklı görüşlere sahip ve özellikle son dönemlerde Esed rejimi tarafından yapılan açıklamalardan rahatsızlık duyan Rusya, ülkeden çekilerek bir anlamda müttefiklerini cezalandırmak istiyor. ABD’yle bir süredir Cenevre’de Suriye’nin geleceğine yönelik görüşmeler yürüten Rusya, aynı dönemde özellikle Beşşar Esed’in geleceği ve ülkenin bütünlüğüne yönelik rejim kanalından –Velid Muallim gibi- yapılan açıklamalardan rahatsızlık duyuyor. Esed rejimi ve İran’ın anlaşmaya yanaşmaz tavrı ve ülkenin tamamına hakim olmak istediği yönündeki açıklamaları, bunu mevcut şartlarda mümkün ve sürdürülebilir bulmayan Rusya’nın vizyonuyla çelişiyor ve bu müzakerelere de yansıyor. Esed rejimi ve İran liderliğindeki Şii grupların kendi hava gücüne olan bağımlılığını bilen Rusya ise, bu hamlesiyle bir nevi müttefiklerini “terbiye etmek” istiyor. Böylece rejim ve İran, Suriye’nin geleceğine yönelik müzakerelerde daha uzlaşmacı bir tavır takınabilir. Üçüncü senaryoya göre Rusya –Putin’in açıklamasında da belirttiği gibi- Suriye’de istediğini gerçekten de elde etti ve bu nedenle birliklerinin ana gücünü çekeceğini duyurdu. Buna göre Rusya başından beri Suriye’ye yönelik kısa süreli ve hızlı sonuç alacak bir hamle düşünüyordu ve 2015’te çöküşle karşı karşıya olan Esed rejimini tekrar toparlayarak muhalifleri barışa zorlayacak bir plan üzerinde çalışıyordu. Bu plana göre Rusya’nın Suriye’deki varlığını tehlikeye düşürecek Esed rejiminin ani çözülüşü önlenerek sahil bölgesi güven altına alınacak, muhalif bölgelere yönelik güçlü bir saldırı dalgasıyla geri çekilmeleri sağlanarak barış masasına oturmaları sağlanacak, uluslararası güçlerle aynı süreçte yapılacak müzakerelerde ise Rusya kendi pozisyonunu güçlendirecek bir anlaşmanın temellerini atacaktı. Bu noktaya gelince Rusya tekrar hızlıca çekilerek, uzun süreli maliyet oluşturabilecek bir bataklığın da önüne geçecekti. En fazla ön plana çıkan yukarıdaki üç senaryoyu da destekleyecek hatırı sayılır ölçüde veriler bulunuyor. Bu durum bahsedilen bütün senaryoların da belli oranlarda doğru olduğu ve Rusya’nın çekilişinin bu çerçevede açıklanabileceği anlamına geliyor. Rusya’nın Çekilmesinin Muhtemel Etkileri Suriye’de kara birliğinden daha çok hava gücü konuşlandırmayı tercih eden Rusya, 4,000 askeri personelin çok az bir kısmını aktif cephelere göndermişti. Buna karşın taktik bombardıman uçakları Su-24 ve Su-34’ler’in yanı sıra, Su-30 ve Su-35S gibi çok amaçlı avcı uçaklarını ülkedeki savaşta özellikle muhalif bölgelere yönelik olmak üzere çok agresif bir biçimde kullandı. Lazkiye gibi bölgelerde saldırı helikopterleriyle daha yakın hava saldırıları da düzenleyen Rus ordusu, bölgede yaşanan çatışmalara çok yoğun hava desteği sağladı. Hali hazırda Rusya’nın yaptığı açıklamanın ardından şimdiye kadar askeri gücünün bir kısmını geri sevk ettiği bildirildi. Buna göre ülkenin sahil bölgesinde varlığını sürdürmeye devam ettirecek olan Rusya, Tartus deniz üssü ve Hmeymim hava üssünü kullanmaya devam edecek. Gerek gördüğü takdirde ise ülke içerisinde saldırı gerçekleştirmeye devam edecek. Suriye savaşının kritik bir evreye girdiği anda müdahale eden Rusya, 2015 Eylül’ünde Esed rejimini adeta çöküşten kurtarmıştı. Suriye’nin güneyi ve kuzeyinde aldığı bir dizi yenilginin ardından çöküşe geçen rejimin varlığı tehlikeye girerken, Rus müdahalesiyle söz konusu çöküşün önüne geçilirken, rejim lehine belli geri kazanımlar da sağlandı. Rus hava desteğiyle Lazkiye’nin kuzeyinde muhalifleri büyük oranda çıkaran rejim, Halep’te yine Rus hava desteği İran’ın aktif katılımı ve Şii milis güçlerle Halep’te de önemli ilerlemeler kaydetti. Muhalifleri İdlib’e sıkıştıran rejim, Halep’te Nubl-Zehra kuşatmasını kırıp Azez koridorunu koparırken, doğuda Kuveyris’e ulaşarak bölgedeki hakimiyetini pekiştirdi. Kuveyris kuşatmasını kıran rejim ordusu, El Bab şehrine birkaç kilometre mesefade bulunuyor Rus müdahalesinin en açık etkisi Lazkiye ve Halep’te görülürken, diğer bölgelerde ilerleme sınırılı kaldı. Humus-Hama hattından muhalifler çıkarılamazken, yine Humus’un doğusunda IŞİD’in varlığını sürdürdü. Deraa’da rejim lehine mevzi ilerlemeler kaydedilirken, statükoyu değiştirecek çok büyük bir değişim yaşanmadı. Şam çevresinde de belli ilerlemeler dışında bir kazanım elde edilemedi. Bu haliyle değerlendirildiğinde Rusya’nın çekilmesi halinde Esed rejimi için yeniden alarm zillerinin çalmaya başlayabileceği yeni bir muhalif saldırı dalgası, ülkedeki dengeleri yeniden sarsma potansiyeline sahip. Rusya’nın yoğun desteğine rağmen Esed rejiminin kazanımları sınırlı kalırken, bu desteğin sona ermesi halinde muhaliflerin Halep’te kaybettiği yeniden geri alabileceği ve özellikle Hama yönünde ilerleyebileceği düşünülebilir. Suriye güneyinde iç sorunlar nedeniyle muhaliflerin uzun süredir saldırıları durdurması ve Rus müdahalesi sonucu savunmava geçmesi, Rusya’nın çekilme süreciyle birlikte muhalifler için yeniden taarruz imkanı oluşturabilir. Bütün bu durum karşısındaysa kuzeyde YPG-SDG’nin oluşturduğu yapının Rusya’nın çekilişinin ardından ilan ettiği federasyon ve ardından rejim güçleriyle yaşanan gerilimler, kuzeyde ayrılıkçı eğilimlerin bundan sonra da güçlenecek süreceği anlamına geliyor. IŞİD’in yaşadığı gerilemelerse, rejim için tek avantaj olarak görülüyor ve Rusya’nın çekilmesine rağmen ateşkes dışında bırakılan IŞİD’e karşı saldırılarda rejime destek vereceği ifade ediliyor. Hali hazırda Humus’un doğusunda IŞİD’e yönelik rejim taarruzuna Rus uçaklarının aktif destek verdiği bağımsız kaynaklarca da doğrulanıyor. Bu hamlenin Suriye’deki müzakere süreci ve devamında gelişecek muhalefet içi muhtemel değişimleri nasıl etkileyeceği ise, merak konusu bir diğer konu olarak ön plana çıkıyor.
Kuzey Humus-Güney Hama Cephesi
Suriye’de 2011’de başlayan iç savaşta kuşkusuz en büyük yıkımı yaşayan bölgelerin başında, kuzey Humus ve güney Hama bölgesi geliyor. Suriye halk ayaklanmasının kalbi olarak nitelendirilen Humus, rejim karşıtı gösterilerin en güçlü olduğu merkezlerden biri olarak ön plana çıkarken, uzun süre rejimin saldırılarına karşı direniş gösterdi. 2013 yazına girilirken Kusayr’ın Hizbullah ve rejim güçleri tarafından ele geçirilmesi sonucu Humus şehri büyük oranda izole edilirken, 2014 Mayıs ayına gelindiğinde muhalifler anlaşma yaparak şehri teslim etmek zorunda kaldı. Humus şehri düşerken, Humus’un kuzeyindeki muhalif bölgeleri Rastan ve Hula ön plana çıktı. Hama’nın güneyindeki Harbinefse, Akrab ve Asi Nehri hattındaki Taksis, Dumeyna, Zeytuna gibi belli bölgeleri kontrol altında tutmaya devam eden muhalif gruplar, uzun süredir dört bir taraftan rejim bölgeleriyle kuşatma altında bulunuyor. Bütün uğraşlara rağmen rejimin bölgedeki muhalif bölgeleri sürekli boğmaya çalışan kuşatma ve saldırıları sonuçsuz kalmaya devam ediyor. Buna karşın son dönemlerde 30 Eylül 2016’da başlayan Rus müdahalesinin ardından bölgede bazı değişimler gözlenmeye başladı. Rejim için hayati bir öneme sahip olan kuzey Humus-güney Hama hattı, Rus müdahalesiyle birlikte en şiddetli saldırılara maruz kalan bölgelerin başında geliyor. 27 Şubat’la birlikte başlayan ateşkes anlaşmasına rağmen rejime bağlı güçler ve Rus uçaklarının en yoğun ateşkes ihlalleri burada meydana geliyor. Rastan-Hula-Telbise Üçgeni Suriye muhalefetinin Humus şehir merkezinin kaybedilmesiyle bölgedeki tek merkezi, kuzeydeki Hula ve Rastan hattı olarak ön plana çıkıyor. Rejimin yoğun saldırılarına maruz kalan bölgede, hali hazırda ateşkese rağmen yoğun saldırılar sürüyor. Humus şehir merkezinin 2014 Mayısında muhaliflerden arındırılmasının ardından merkeze bağlı Vair’e odaklanan rejim güçleri, bölgeye yönelik sık sık taarruzlarda ve varil bombası saldırılarında bulunmuştu. Asi Nehri hattında yer alan Vair’e ulaşan yol üzerinde bulunan Telbise ise, özellikle Rus müdahalesinin ardından en yoğun hedef alınan bölge oldu. Telbise ve Vair arasındaki bölgeyi bütünüyle temizlemeye çalışan rejim güçleri, daha kuzeyde ise Kefer Nan ve etrafını temizleyerek Hula ve Rastan’ı bir birinden ayırma stratejisi izliyor. İki bölgeyi izole ederek aynı anda güneydeki Telbise ve Vair hattını hedef alan rejim, bölgedeki muhalif varlığını bitirmek için saldırılarını ateşkese rağmen sürdürüyor. Güney Hama Esed rejimine bağlı güçler Rus müdahalesiyle birlikte kuzey Hama’da başarısız taarruz girişimlerinin ardından Hama’nın güneyindeki Asi Nehri boyunca bir dizi muhalif kontrolündeki köyü hedef aldı. Muhalifleri büyük oranda bölgeden çıkaran rejim güçleri, Taksis, Kantara ve Dumayna’da durduruldu. Doğudaki Selamiye için hayati öneme sahip Asi Nehri hattı, muhaliflerin uzun süredir rejim saldırılarına direndiği bölgelerin başında yer alıyor. Selamiye ve Sabbura’nın doğusundaki IŞİD bölgesinin varlığı ve IŞİD’in zaman zaman düzenlediği saldırılarsa, rejim yanlısı güçlerin bölgedeki varlığını kırılgan hala getirmeye devam ediyor. Güney Hama’da rejimin en yoğun saldırılarına maruz kalan bölgelerin başındaysa, Harbinefse ve çevresi geliyor. Ateşkesin en yoğun ihlal edildiği bölgede rejim güçleri sık sık topçu atışlarıyla muhalif mevzilerini döverken, bölgede zaman zaman hava saldırıları da gerçekleşiyor. Son 2 aydır rejimin karadan taarruzlarına da maruz kalan köyde muhalifler hala varlığını sürdürmeye devam ediyor. Kuzey Humus’taki Hula bölgesinin bir uzantısı olan Harbinefse, muhalifler için kritik bir öneme sahip. Rejimin Hula bölgesini izole ederek boğma çabalarını sonuçsuz bırakmak için muhaliflerin Harbinefse çevresini elinde tutması gerekiyor. Bölgenin Stratejik Önemi Suriye’deki Esed karşıtı muhalefetin en güçlü merkezlerinden biri olarak ön plana çıkan Humus, rejim tarafından en yoğun saldırılara maruz kalan bölge oldu. Sembolik olarak muhalefetin kalesi ve halk ayaklanmasının simgesi haline gelen Humus bölgesi, muhaliflerin moral açıdan en büyük önem verdiği bölgelerin başında geliyor. Uzun süredir bölgedeki kuşatmayı kırmaya çalışan muhalifler, şimdiye kadar başarılı olabilmiş değil. Esed rejimi açısından hayati öneme sahip olan kuzey Humus-güney Hama hattı, rejim hakimiyet bölgelerinin kalbinde yer alıyor. Suriye’nin kuzeyden güneye merkezinden yer alan bölge, gerek Lübnan sınırına olan yakınlığı, gerek rejimin kalesi sahil bölgelerine uzanıyor oluşu, gerekse kuzeydeki Gab Ovası’nın uzandığı bir hatta bulunması rejim için büyük bir endişe kaynağı. Aynı zamanda rejimin güneyden kuzeye ve batıdan doğuya uzanan ikmal hatlarının merkezinde yer alan Humus-Hama sınırı, rejimin lojistik hatları için hayati bir öneme sahip. Esed rejiminin bütün planlarında en merkezi pozisyona sahip bulunan Humus ve güney Hama, rejimin Şam ve kuzeydeki sahil hattının kesişim bölgesinde yer alıyor. Bölgeden muhaliflerin hala çıkarılamamış olması ise, rejimin gerek kuzeyde, gerekse güneydeki varlığını tehdit ediyor. Aynı zamanda bu durum rejimin Hama’daki varlığını zayıflatırken, doğu Humus’ta IŞİD’e karşı güçlü bir hamle yapmasını da engelliyor. Alevi bölgelerinin çevrelediği Hula, ağırlıklı olarak Sünnilerden oluşuyor. Doğuda Rastan’a uzanan bölgenin güneyinde ise Telbise yer alıyor. Buradaki muhalif varlığı gelecekte kurulma ihtimali olan Alevi-Nusayri devletini de tehdit ediyor. Rejime karşı muhalefetin başladığı erken dönemlerde, 2011 ve 2012’de Sünnilere karşı ciddi katliamların yaşanmasıysa, bölgedeki mezhebi gerilimi artıran bir başka sebep. Bölgenin Geleceği Rejim ve Rus saldırılarının odağı haline gelen Hula-Rastan-Telbise üçgeni ve güney Hama bölgesi, önümüzdeki dönemlerde yapılacak ateşkeslere rağmen çatışmaların süreceği cephelerin başında geliyor. Rejimin mevcut kırılganlığını ortadan kaldırmak ve ülkenin batısındaki gücünü bütünüyle tahkim etmesi için hayati bir öneme sahip olan hattan vaz geçmesi beklenmiyor. Telbise bölgesinde rejimin yoğunlaşan saldırıları, kuzeyde Harbinefse çevresini hedef alırken, Hula-Rastan arasındaki hattı koparmak için Kefer Nan’a odaklanıyor. Rejimin bölgedeki stratejisi, hali hazırda kuşatma altında olan bölgeleri taarruzlarla daha fazla bölüp izole etmek ve kuşatmanın şiddetini artırarak teslime zorlamak olarak görünüyor. Muhaliflerin ölüm kalım mücadelesi verdiği hatta Sünni halk yoğun bombardıman, kuşatma sonucu açlık ve yetersiz tıbbi yardımlardan ötürü büyük zorluklar yaşıyor. Güney Hama ve kuzey Humus’ta varlığını sürdürmek isteyen muhaliflerse, gelecekte İdlib’teki muhaliflerin muhtemel bir Hama taarruzuyla kuşatmayı yarmayı umuyor. Yoğun Sünni nüfusun yaşadığı ve rejim hakimiyetine rağmen muhaliflere sempatinin yüksek olduğu Hama kırsalında, özellikle doğudan Sabbura-Selamiye yönünden gelecek bir taarruz muhaliflerin Asi Nehri hattına ulaşarak rejimin varlığını bir kez daha tehdit edebilecek potansiyele sahip olmayı sürdürüyor. Zaman zaman IŞİD’in Selamiye’ye yönelik saldırıları ise, hattın yarılması halinde muhaliflerle IŞİD’i bir kez daha karşı karşıya getirebilir. Bölgede IŞİD’e yakın olduğu düşünülen bazı gruplar daha önce muhalif gruplar tarafından hedef alınmıştı. Bütün bu denklem içerisinde en büyük yıkımı ise, kuşatma altında sıkışıp kalan halk ödüyor. Büyük bir yıkımın yaşandığı kuzey Humus-güney Hama’da, yakın bir gelecekte barışçıl bir çözüm muhtemel görünmüyor.
PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi: PYD-YPG
Can Acun ve Bünyamin Keskin tarafından hazırlanan rapor, PYD’nin anlaşılması ve analiz edilmesi noktasında önemli bir boşluğu dolduran, bu alandaki öncü Türkçe çalışmalardan biridir. PKK’nın Suriye yapılanması olarak faaliyet yürüten PYD, 2011 yılında başlayan Suriye devriminden yararlanmak istemiş, bu bağlamda karşılıklı çıkar zemininde Esed rejimiyle birlikte hareket etmeye başlamıştır. Rejimle kurduğu askeri angajman ve PKK’nın verdiği destekle oluşturduğu YPG güçleriyle, daha önce muhaliflerin safında yer alan Kürtleri tahakkümü altına alarak kanton yönetimleri ilan etmiştir. Kantonlarda PKK’nın esasen Türkiye’de uygulamak üzere teorik alt yapısını oluşturduğu öz yönetim modelini uygulamaya başlamış, mutlak otorite tesis etmeye çalışarak kendisi dışında hiçbir unsura yaşam hakkı vermeyen bir siyaset yürütmüştür. DAİŞ’in Suriye’deki varlığından istifade ederek ABD’nin DAİŞ’e karşı verdiği mücadelede kendisini kullanışlı bir aktör olarak sunmuş, bu sayede sahip olduğu kantonları birleştirme çabası içerisine girmiştir. Rusya’nın savaşa dahil olmasından sonra ABD ile kurduğu ilişkinin bir benzerini Rusya ile de tesis etmeye yönelik makyavelist adımlar atmıştır. PYD, bölgeye dair ihtiraslarını gerçekleştirebilmek adına Esed rejimi, ABD ve Rusya ile taktik ilişkiler içerisine girerek Kuzey Suriye’de Arap ve Türkmenlerin yaşadığı bölgeleri de kontrol altına almaya çalışmakta ve Akdeniz’e kadar inebilecek bir kuşak oluşturma hedefiyle hareket etmektedir. Ele geçirdiği bölgelerde tehcir siyaseti güderek savaş suçlarına imza atmaktan çekinmezken, PKK’nın Türkiye’de çatışmazlık ortamına son vermesinin ardından, Türkiye’ye yönelik hasmane bir tutum içerisinde olmuş, PKK ve ilişkili diğer örgütler için bir üs işlevi görmeye başlamıştır. Elinizdeki PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi PYD-YPG başlıklı rapor, PYD’nin anlaşılması ve analiz edilmesi noktasında önemli bir boşluğu dolduran, bu alandaki öncü Türkçe çalışmalardan biridir. Rapora ulaşmak için tıklayınız. 
IŞİD’in Gerilemesi ve Taktiksel Değişim
Suriye’deki iç savaş sürerken 2016 Şubat ayı, sahada kritik gelişmelerin yaşandığı bir döneme rastladı. Ülkenin daha çok doğu kısmında hakim olan IŞİD’se, önemli oranda toprak kaybına uğradı. Bu noktada Halep’in doğusundaki Kuveyris’ten Safira kuzeyi de dahil olmak üzere Neyrab Havaalanı’na kadar ki bütün bölge, rejim yanlısı güçler tarafından ele geçirildi. Ülkenin doğusunda ise IŞİD’in Haseke’de kalan son kalesi ve önemli petrol yataklarına sahip Şeddadi’yi YPG-SDG’ye kaptırması, grubun son dönemlerde aldığı en büyük darbelerden biri anlamına geliyor. IŞİD’in Doğu Halep’teki Kaybı Esed rejimine bağlı güçlerin 2015 Eylül ayı itibariyle Halep’in güney doğusundaki Safira’dan başlayarak IŞİD’in kuşatma altında tuttuğu Kuveyris Havaalanı’na bir yol açma girişimi, bölgeye yapılan yığınakla birlikte başladı. Halep genelinde rejimin yoğun yabancı Şii milis takviyesi yaptığı hatlardan güney ve kuzey cephelerinin aksine doğu Halep’te IŞİD’e karşı ağırlıklı olarak Süheyl Hasan komutasındaki Suriyelilerden oluşan birlikler operasyona önderlik etti. Ekim ayında başlayan Rus hava bombardımanının da sağladığı destekle bölgede ilerleyişini hızlandıran rejim yanlısı güçler, IŞİD’in karşı saldırılarına rağmen ilerleyişini sürdürdü. İnce bir hatta ilk olarak Kuveyris Havaalanına ulaşmaya çalışan rejim güçleri, Kasım ayında kuşatmayı kırmayı başardı. Daha sonra doğuda Deyr Hafir ve kuzeyde Bab şehrine doğru ilerlemeye başlayan rejim güçleri, taktik bir hamleyle batıya yönelerek Halep-Rakka yolu olan M15’teki IŞİD bölgesini kuşatmaya başladı. Uzun süre devam eden saldırı dalgasının ardından rejim son olarak Sin ve Barlehiye’yi ele geçirerek kuşatmayı tamamladı. Aynı zamanda Termal Sentral’e de yönelen rejim, içeride kalan IŞİD unsurlarını temizleyerek geniş bir alanı Şubat ayına gelindiğinde bütünüyle ele geçirdi. Rjim bölgenin IŞİD’den ele geçirilmesiyle birlikte kuzeyde Bab’a, doğuda ise Deyr Hafir’e oldukça yaklaşmış bulunuyor. Bu durum, IŞİD’in doğu Halep ve Türkiye sınırındaki son kontrol bölgesi olan Rai, Bab, Menbic, Carablus hattını tehdit etmeye başladı. Daha doğuda YPG-SDG’nin Tişrin Barajı’nı alarak Menbic’e yaklaşması ise, grubun oldukça sıkışmasına yol açtı. YPG-SDG’den Şeddadi Taarruzu Ekim 2015’te Arap Şammar Aşiretine bağlı el-Sanadid savaşçılarıyla birleşerek SDG çatısı altında bölgeye saldırı başlatan YPG güçleri, 13 Kasım 2015’te Irak sınırındaki önemli el-Havl kasabasını ele geçirdi. Bölgedeki geniş çaplı taarruzunu sürdüren grup, 30 Kasım’a gelindiğinde IŞİD’i Haseke’den bütünüyle uzaklaştırarak Güney Haseke Barajı’na ulaştı. Güney Haseke Barajı’nın ardından el-Arişa’ya yaklaşan grup, burada ilerleyişini durdurdu. ABD güçlerinin Rimelan bölgesinde hava yoluyla ulaştırdığı yoğun ikmal ve silah desteğinin ardından tekrar organize olan SDG, 16 Şubat 2016’da güneye doğru yeniden ilerleyişe geçti. ABD önderliğindeki koalisyon güçlerinin hava desteği sağladığı operasyonda IŞİD kontrolündeki bölgeler ağır bombardımana maruz kaldı. İki koldan ilerleyen SDG ise, kısa bir süre sonra 19 Şubat’ta Şeddadi’ye ulaşmayı başardı. Geri çekilen IŞİD güçlerinin savunma hatları tamamen çökerek el Arişa’dan Şeddadi’ye kadar geniş bir alan SDG’nin kontrolüne geçti. Sonraki bir kaç gün içerisinde ise Şeddadi, Seba ve el-Arişa arasında kalan bölge bütünüyle SDG tarafından ele geçirildi ve Şeddadi güneyindeki el-Fedgami alınarak IŞİD’in son kalesi Merkada’ya yaklaşıldı. IŞİD’den Karşı Hamleler IŞİD, son aylarda yaşadığı ağır kayıpların ardından düşman güçlerin ilerleyişini yavaşlatmak için sık sık gerçekleştirdiği karşı taarruz operasyonlarına ağırlık verdi. Bu yöntemi özellikle Humus’un doğusunda rejim taarruzlarına karşı etkili bir biçimde kullanan IŞİD, öncelikle doğu Halep’te rejimin ilerleyişini yavaşlatmak ve durdurmak için rejimin ikmal hattı olan Hanasır yoluna saldırdı. Safira’ya bağlı Hanasır, Esed rejiminin Halep’e ulaşan tek ikmal ve iletişim hattı olarak ön plana çıkıyor. Rejime bağlı güçlerin geri hatlarda insan gücü eksikliği sebebiyle fazla asker konuşlandıramaması ve bu hatların zayıf kalmasını fırsata çeviren IŞİD, bölgedeki rejimin kontrol noktaları ve mevzilerine saldırı düzenledi. Daha önce de bölgede benzer hamleler gerçekleştiren IŞİD, Itriye taraflarından IŞİD kontrolündeki Rakka’ya yönelen rejim güçlerine saldırılar gerçekleştirmişti. Suriye’deki muhaliflerin batıda kontrol ettiği bölgelerde gizli olarak IŞİD’e bağlı bir grubun destek vermesiyle, doğudan ve batıdan aynı anda Hanasır yoluna başlatılan taarruzun ardından Hanasır kasabasına kadar ulaşan grup, bölgedeki rejim mevzilerini ele geçirmeyi başardı. 23 Şubat’ta Hanasır’a giren grubun bazı rejim askerlerini ele geçirerek infaz ettiği bildirildi. Bir gün sonra rejim güçleri yoğun Rus hava bombardımanının ardından tekrar kasabaya girdi ve IŞİD püskürtüldü. Buna karşın grup hala Hanasır’ın kuzeyinde, Halep ikmal yolunda çatışmayı sürdürüyor. Şeddadi’de SDG’nin hızlı ilerleyişi karşısında büyük bir alandan çekilmek zorunda kalan IŞİD güçleri, benzer bir taktikle cephe hattı gerisinde saldırılar düzenleyerek SDG’ye ağır kayıplar verdirdi. Şeddadi içine ve Seba ve el-Arişa arasındaki bazı köylere sızan IŞİD güçleri, bölgede ilerleyen SDG güçleri arasında kaos oluşturup çekilmeye zorladı. Yine bu şekilde ilerlemeyi yavaşlatmak isteyen IŞİD güçleri, bir süre SDG’yi duraksatsa da, bölgeden tamamen çekilerek Merkada’ya geriledi. Hali hazırda SDG’nin Merkada’ya girip girmeyeceği ise bilinmiyor. Bomba Yüklü Araç Saldırıları IŞİD’in Irak’ta faaliyet yürüttüğü dönemlerde –o dönemlerde IİD- yoğun olarak kullandığı yöntemlerden biri olan bomba yüklü araç saldırılarını son dönemlerde Suriye’de de cephe hattı gerisinde sık sık kullanmaya başladığı görülüyor. Geçtiğimiz günlerde Humus’un Alevi ağırlıklı Zehra mahallesinde ve Şam’ın güneyindeki Seyyide Zeynep Türbesi yakınlarında düzenlediği saldırılarda 200’e yakın kişi hayatını kaybetti. Yine benzer bir biçimde Tel Abyad yakınlarındaki Suluk, Ayn İsa, Ras el-Ayn gibi YPG-SDG kontrolündeki bölgelerde yaşanan saldırılar da benzer bir trende işaret ediyor. IŞİD’in gerilediği ve kontrolünü yitirdiği bölgelerde ağırlık verdiği bomba yüklü araç saldırıları ve suikastlara benzer örnekler, muhalif bölgelerde de gözlemlendi. Son dönemlerde IŞİD’in rejim kontrolündeki –özellikle Humus’ta- bölgelerde düzenlediği bombalı saldırılar ve meydana gelen ağır sivil kayıpları sebebiyle Alevi Zehra mahallesinde güvenlik zaafı gerekçe gösterilerek sık sık protestolar düzenleniyor. Yine Şam’da düzenlenen bombalı saldırılarsa rejimin cephe hattı gerisindeki güvenlik zafiyetine işaret ediyor. Esed rejiminin yoğun insan kaynağı sıkıntısı yaşaması ve yabancı Şii milislere ihtiyaç duyması, cephe hattı gerisindeki bölgeleri bombalı saldırı ve suikastlara karşı açık bırakıyor. Ordu mevcudunun büyük bir kısmını ülkenin kuzeyi, güneyi ve doğusu boyunca uzanan hatlarda tutmak zorunda kalan Esed rejimi, geride kalan şehir ve yerleşim yerlerinde ise güvenlik zafiyeti yaşıyor. Benzer bir biçimde oldukça geniş bir alana yayılarak Haseke, Şeddadi, Tel Abyad gibi Arap bölgelerine uzanan Kürt ağırlıklı YPG-SDG’nin de cephe gerisinde benzer zafiyetler yaşadığı anlaşılıyor. IŞİD’in cephe gerilerinde bomba yüklü saldırılarla sivil bölgelerde ‘soft target’-yumuşak hedefleri vuran terör saldırıları yöntemine aşina olduğu biliniyor. Buna karşın geniş bölgelerde kontrolü yitirmesi ve gün geçtikçe hakimiyet alanının daralması ise, grubun finansman ve en önemlisi “devlet olma” iddiasını da zayıflatıyor. Bu durum aynı zamanda IŞİD için önemli bir paradoks olarak ön plana çıkmaya devam ediyor.
Halep’te Kuşatılan Muhalifler
Suriye’de yaşanan iç savaş beşinci yılını geride bırakırken Suriyeli muhalifler özellikle Rus müdahalesinin ardından zor günler yaşıyor. Ülkede yaşanan yoğun çatışma yıkım sürecinin ardından rejimin oldukça zayıfladığı ve büyük oranda dış yardımlara ihtiyaç duyduğu bir dönemde Rusya’nın savaşa aktif olarak dahil olması, sahadaki dengeleri muhalifler aleyhine sarsmaya başladı. IŞİD’e karşı müdahale adı altında başlatılan Rus hava saldırılarının neredeyse tamamına yakınının muhaliflere yöneltilmesi ve karada İran güçleri ve yabancı Şii milislerin aktif katılımı neticesinde Esed rejimi uzun bir sürenin ardından Lazkiye, Deraa ve Halep bölgelerinde belli ilerlemeler sağlamayı başardı. Kuşkusuz rejim yanlısı güçlerinin saldırı odağının ise Halep olduğu görülüyor. Son dönemlerde Halep’te muhaliflerin rejim yanlısı güçlerin yoğun saldırısı sonucu Azez-Halep hattını kaybetmesiyle özellikle kuzeyde Türkiye sınırına uzanan hatta muhalifler üç yönden kuşatma altında kaldı. Rejimin ilerleyişi karşısında muhalif bölgelere saldırmaya başlayan YPG güçleri, muhaliflerden önemli mevzileri ele geçirerek Azez’i tehdit etmeye başladı. Yine aynı zamanda doğudan IŞİD’in eş zamanlı olarak muhaliflere saldırılar düzenlemesi ise, bölgedeki muhaliflerin durumunu büsbütün çaresiz kılıyor. Suriye’nin en büyük şehri olan Halep’teki çatışmalar, ülkede yaşanan iç savaşın en kritik cephelerden birini oluşturuyor. 2,5 milyonluk şehri kontrol altına almanın önemini bilen taraflarsa, şehirde kontrolü sağlamak için yıllardır çatışmaya devam ediyor. Nubl-Zehra Kuşatması 2012 yılının Temmuz ayında Suriyeli muhaliflerin Halep’te başlattığı saldırı dalgası ve şehir merkezinin önemli bir kısmıyla kırsal kesimin tamamına yakınında rejimin kontrolü kaybetmesinin ardından rejim yanlısı Şii nüfusa sahip Nubl ve Zehra beldeleri muhaliflerce kuşatma altına alındı. Çeşitli defalar muhalif gruplar tarafından alınmaya çalışılan Nubl-Zehra beldeleri ise, bu saldırıları püskürtmeyi başardı. 2014 yılından başlayarak özellikle El Kaide’nin Suriye kolu el-Nusra Cephesi’nin başını çektiği gruplar 30-60 binlik Şii nüfustan oluşan Nubl ve Zehra’ya saldırılar düzenledi. Şubat 2014’te düzenlenen ilk saldırıda muhalifler Zehra’nın güneyindeki el-Maamel’i ele geçirdi. Kasım 2014’te el-Nusra liderliğinde düzenlenen saldırıda muhalifler Zehra’nın güneyindeki sanayi bölgesine kadar ulaşmayı başardı. Üç cepheden saldıran İslamcı gruplar, Nubl beldesinin doğusundaki bazı binalara kadar ulaşarak ilk savunma hatlarına vardı. Ancak yoğun hava bombardımanı ve karadan Şii savaşçıların yoğun saldırıları sonucu en-Nusra Cephesi geri çekilmek zorunda kaldı. Ocak 2015’te yine el-Nusra liderliğinde düzenlenen bir başka saldırı dalgasındaysa, muhalifler Nubl ve Zehra’daki ilk savunma hatlarına ulaşmayı başarmasına rağmen, yine yoğun hava bombardımanı sonucu geri çekilmek zorunda kaldı. Aynı saldırıda muhalifler tanklarının çamura saplanması sonucu 4 tank kaybetti. Aynı saldırıda el-Nusra Cephesi Ebu Kudame el-Urduni adlı önemli bir komutanını kaybetti. Şubat 2015 ayında rejim güçleri Halep Handerat el-Mellah tarafından başlattıkları saldırı dalgasıyla Nubl ve Zehra yönüne ilerleyerek kuşatmayı kırmaya çalıştı. Ancak kötü hava koşulları ve muhaliflerin karşı saldırısıyla ele geçirilen noktaların çoğundan çekildi ve ağır kayıplar verdi. Nisan 2015’e gelindiğinde Nubl ve Zehra’da bulunan Şii Hizbullah militanları bir saldırı düzenleyerek daha önce muhaliflere kaybettikleri el-Maamel sanayi bölgesini geri aldı. Rejimden Nubl-Zehra Hamlesi Rus müdahalesi ve karada İran’ın aktif katılımıyla 2016 yılına belli kazanımlarla giren rejim güçleri, Şubat 2016’ya gelindiğinde Halep’in batısında yeni bir saldırı başlattı. Nubl ve Zehra’daki kuşatmayı kırarak, muhaliflerin kuzey Halep’le bağlantısını kesmeyi amaçlayan taarruzla birlikte havadan çok yoğun Rus bombardımanıyla kara İran’a bağlı birlikler ve Şii milisler ilerlemeye başladı. Güçlü pozisyonlara sahip Rityan’ı tercih etmeyen rejim yanlısı güçler, Başköy’den kuzeye yönelerek Duveyr Zeytun ve Tel Cibbin’e yüklendi. Bu mevzilerin düşmesi üzerine Hardatnin’e saldıran rejime bağlı güçler, burayı da alarak Muarasat el-Han’a vardı. Bu nokta ise Nubl ve Zehra’ya ulaşan son nokta oldu. Yaklaşık 4 yıla ulaşan Nubl-Zehra kuşatması böylesi kırılmış oldu. Bölgedeki hattı sağlamlaştırmak iseteye rejim yanlısı güçler, 4 Ocak’ta kuzedeki Mayer ve Kafar Naya’yı, 5 Ocak’ta ise yoğun çatışmaların ardından Rityan’ı aldı. Eş Zamanlı YPG Saldırısı Rejime bağlı güçlerin Nubl ve Zehra’ya ulaşarak kuzey Halep kırsalındaki muhaliflerin yolunu kapatmasıyla Afrin’de bulunan YPG unsurları harekete geçti. Muhalif mevzilere yönelik Rus hava saldırılarının sağladığı avantajdan da yararlanan YPG güçleri, 4 Şubat’ta Nubl’un kuzeyindeki Ziyara ve Kıreybe köylerine girdi. 6 Şubat’ta YPG ve Ceyş Suvvar güçleri 2 köyü daha ele geçirdi. Alkamiye köyünü ele geçiren YPG liderliğindeki güçler, Minneg Havaalanı’na ulaştı. Yine bazı stratejik tepeleri alan grup, Deyr Cemal’in güney girişine vardı. Bir sonraki gün Kiffin, Acar, Deyr Cemal ve Maranaz’ı alan YPG güçleri, muhaliflerin kuzey Halep’teki kalelerinden Tel Rifat’a bir kaç kilometre kadar yaklaştı. Suriyeli muhaliflerden Minneg Havaalanını teslim etmesini isteyen YPG’nin taleplerinin reddedilmesi üzerine YPG güçler saldırılarını sürdürdü. Aynı anda bölgeye yönelik düzenlenen yoğun Rus hava bombardımanı ise YPG’nin ilerleyişini kolaylaştırdı. Havaalanı ve çevresinde yaşanan yoğun çatışmaların ardından YPG ve Ceyş Süvvar güçleri 10 Şubat gecesi Minneg Askeri Havaalanı’nı ele geçirdi. Bir sonraki gün Azez çevresinde YPG güçleriyle muhalifler arasında çatışmaların başladığı rapor edildi, buna karşın YPG Azez’e saldırdığı iddialarını reddetti. Aynı anda güneyde saldırılarını sürdüren rejime bağlı güçler Tanura’yı aldı. 13 Şubat’ta ise Türk Ordusu sınırdaki Fırtına Obüsleriyle YPG mevzilerini vurmaya başladı. Buna karşın YPG Azez ve Tel Rıfat arasındaki Ayn Dakna köyünü ele geçirdi. Tel Rıfat ise yoğun Rus hava bombardımanı ve şehirde yaşanan şiddetli çatışmalarına ardından 15 Şubat’ta tamamen YPG kontrolüne geçti. Aynı gün rejime bağlı güçler Kafr Naya’dan çekilerek köyü YPG’ye bıraktı. Kafr Nasih’i de YPG alarak ilerleyişi sürdürürken, rejime bağlı güçler Miskan ve Ahras’ı ele geçirdi. IŞİD sınırlarına ulaşan YPG’nin Afrin kantonundaki güçleri, Mare’deki muhaliflerden şehri teslim etmelerini talep etti. Yaşanan görüşmelerin ardından bazı kaynaklar anlaşma sağlandığını duyursa da, daha sonra bu iddia yalanlandı. Güneyden rejim ve batıdan YPG’nin saldırısı altında kalan muhaliflere IŞİD de doğudan Mare yönünde 2 hücum gerçekleştirdi, ancak bu saldırılar muhaliflerce püskürtüldü. Son Durum Suriye iç savaşındaki kuşkusuz en kritik cephelerden biri olan Halep’te yaşanan çatışmalar, ülkedeki savaşı her geçen gün farklı bir boyuta taşıyor. Son olarak kuzey Halep’te muhaliflerin aynı anda YPG, IŞİD ve rejim tarafından kıstırılmış olması, bölgeye Türkiye’nin doğrudan müdahalesiyle daha farklı bir boyuta evriliyor. YPG’nin nihai olarak Türkiye’nin güney sınırı ve Suriye’nin kuzeyi boyunca oluşturmak istediği birleşik kantonlar düşüncesi için Azez hattı kritik bir öneme sahip. Kuzeydeki en önemli sınır kapılarından birine –Bab’us Selame (Öncüpınar)- sahip olan Azez koridoru, bölgeyi kontrol eden gruplara büyük bir avantaj sağlıyor. Gerek stratejik, gerekse ekonomik anlamdaki önemi sebebiyle ülkede savaşan bütün taraflar hattı ele geçirmek için büyük bir çaba sarf ediyor. IŞİD’in uzun süredir ele geçirmeye çalıştığı Azez koridorunda ilerleyişi sınırlı oldu. Son dönemlerde zayıflayan IŞİD saldırılarına bu dar koridorda uzun süre karşı koyan muhalifler, Türkiye’nin bir kaç aydır verdiği topçu desteğiyle IŞİD’e karşı belli kazanımlar elde etmişti. Geçtiğimiz yaz el-Nusra Cephesi’nin kuzey Halep’ten çekilmesi üzerine ilerleyen IŞİD’in hücumları zamanla zayıfladı. Esed rejime bağlı güçlerin Nubl ve Zehra’ya ulaşmasıyla Halep’teki muhalifleri büyük oranda yardımsız bırakmayı amaçladığı anlaşılıyor. Aynı zamanda Halep merkezinde yer alan muhalefet kontrolündeki bölgeler için kritik önemdeki Azez hattının düşmesiyle rejimin şehirde bir kuşatma oluşturmaya çalıştığı görülüyor. Bunun başarılması halindeyse ortaya çıkacak insani kayıplar ve maliyetse, gerek bölge ülkelerini endişelendiriyor. Hali hazırda YPG’nin son dönemde özellikle Rus hava desteğiyle muhaliflere karşı ilerlemeye başlaması, muhaliflerle YPG arasında büyük bir gerilime yol açmış durumda. Zamanla bu çatışma zemininin YPG ve muhaliflerin hakim olduğu diğer hatlara da yayılabileceği tahmin edilebilir.
Rus Müdahalesi Sonrası Değişen Dengeler
İdlib ve Cissir Şuğr’u kaybettikten sonra askeri açından elinde tuttuğu bölgeleri korumakta zorlanan Esed’e bağlı rejim güçleri Rusya’nın müdahalesiyle moral üstünlüğü eline geçirirken bir yandan da muhalefet üzerinde yoğun bir baskı kurmayı da başarmış gözüküyor. 30 Eylülde başlayan Rus hava saldırılarının ardından, rejim güçleri ile İranlı komutanların yönetimindeki Şii milisler ve Hizbullah’ın oluşturduğu koalisyon Kuzey Suriye’de üç ana cephede harekete geçerek Suriyeli muhaliflere yoğun bir saldırı dalgası başlattı. Gab Ovası ve güney Halep’teki çatışmaların ardından kuzey Lazkiye cephesinde Türkmenlerin yaşadığı Bayırbucak bölgesi rejim yanlısı güçler tarafından hedef alındı. YPG-SDG güçleri de rejimle birlikte Azez bölgesinde muhalif hatlara saldırmaya başladı. Bu saldırılarla Muhalif güçlerin Türkiye ile olan bağlantısı kesilmek istenirken Merkez Halep’te kuşatmaya alınmaya çalışılıyor. Kuzey hatlarında olduğu kadar yoğun olmamakla birlikte Güney cephesinde de bazı noktalarda Rus hava desteği sayesinde rejim güçlerinin çeşitli kazanımlar elde ettiği görülüyor. Suriye’de Rus müdahalesi sonrası önemli gelişmeler:
Suriye’de Değişimin Ortaya Çıkardığı Toplum: Suriye Türkmenleri
Arap Baharı’nın Mart 2011 tarihinde Suriye’ye sıçraması ile ülkede uzun yıllardır üstü örtülen yeni toplumsal dinamikler ortaya çıkarmaya başlamıştır. Bu dinamiklerden biri de Türkiye açısından akraba topluluk olması nedeniyle ayrı bir önem taşıyan Suriye Türkmenleridir. Ancak Suriye Türkmenleri üzerine yeteri kadar çalışma yapılmamıştır. Orsam tarafından yayınlanan ve Ali Öztürkmen, Bilgay Duman ve Oytun Orhan tarafından kaleme alınan bu çalışma söz konusu boşluğu doldurma ve gelecek çalışmalara katkı sunma çabasının ürünüdür. Bu rapor ile Suriye’de Türkmen varlığı konusunda kapsamlı ve detaylı bir çalışma ortaya konulmaya çalışılmıştır. Tam metne ulaşmak için tıklayınız. 
Suriye Askeri Muhalefeti Raporu
Abdulkadir Şen tarafından yapılan çalışmada; Aktör çeşitliliği, değişken ilişkileri ve dinamik ittifaklarıyla belki de tarihin en karmaşık sorunlarından biri haline gelmiş olan Suriye Krizindeki askeri yapılanmalar ele alınıyor. Tam metne ulaşmak için tıklayınız. 
Suriye’ye Komşu Ülkelerde Suriyeli Mültecilerin Durumu: Bulgular, Sonuçlar ve Öneriler
Orsam tarafından 6 aylık bir saha çalışması sonrası hazırlanan raporda; uluslararası kuruluşların ve sivil toplum örgütlerinin Suriyeli mülteciler konusundaki çalışmalarına altyapı sağlayacak bulgular tespit edilip analize tabi tutulmuş.  Rapor Suriye’ye komşu dört ülkedeki Suriyeli mültecilerin durumunu birlikte ortaya koymaya çalışıyor. Böylece Suriyeli mültecilerin çok büyük çoğunluğunu ağırlayan ülkelerdeki Suriyelilerin durumunu toplu halde görme ve karşılaştırmalı olarak değerlendirme imkanı sunuyor. Tam metne ulaşmak için tıklayınız.